24 Ekim 2018 Çarşamba

siddhartha / hermann hesse


















• siddhartha da şöyle konuştu: “ama bana öyle gelmiyor, dostum. bugüne kadar samanaların yanında öğrendiklerimi, dostum govinda, başka bir yerde daha tez ve kolay öğrenebilirdim. diyelim fahişelerin yaşadığı bir semtte hangi meyhaneye girsem, arabacılardan ve zar atıp kumar oynayanlardan öğrenebilirdim hepsini.” govinda şöyle cevap verdi: “dostum siddhartha şaka ediyor benimle. öyle bir yerde, o sefil insanlar arasında nasıl öğrenebilirdin meditasyonu, nefesini tutmayı, nasıl öğrenebilirdin açlığa ve acıya karşı duyarsız kalmayı?”


• ve siddhartha kendi kendisiyle konuşur gibi alçak sesle söyle dedi: “nedir bu murakabe? neymiş bedenden çıkıp gitme? neymiş oruç? neymiş nefesin tutulması? ben’den kaçıştır bu, benliğin eza ve cefasından kısa süre için yakayı kurtarmaktır, acıya ve yaşamın anlamsızlığına karşı kısa süreli bir duyarsızlıktır. han köşesinde birkaç tas pirinç şarabı ya da mayalanmış hindistancevizi sütü içen bir sığırtmaç da kısa süre için aynı duyarsızlığı yaşar. kendi benliğini duyumsamaktan çıkar böyle zamanlarda, yaşamın acılarını hissetmez olur, kısa süreli bir duyarsızlığa kavuşur. şarap tasının üzerinde sızıp kal r, uzun çalışmalar sonucu bedenlerinden çıkıp giderek ben’sizlikte kalan siddhartha ile govinda’nın ele geçirdiği şeyin aynısını ele geçirir. işte sana gerçek, dostum govinda.


• inanıyorum ki, bizim ‘öğrenme’ dediğimiz şey gerçekte yok. tek bir bilgi var, dostum, bu da dört bir yandadır, bu da atman’dır, benim içimde, senin içindedir bu da, her varlığın içindedir. ve artık şuna inanıyorum ki, bu bilginin bilme isteğinden, öğrenme isteğinden daha azılı bir düşmanı olamaz 


• ve tümü, bütün sesler, bütün amaçlar, bütün özlemler, bütün çileler, büzün hazlar, bütün iyi, bütün kötü şeyler, tümü birden dünyayı oluşturmaktaydı. tümü birden oluşumların ırmağı, tümü birden yaşamın müziğiydi. ve siddhartha dikkatle bu ırmağa, bu binlerce sesli şarkıya kulak verdi mi, salt acılara, salt gülmelere kulaklarını tıkayıp ruhuyla tek bir sese bağlanmadı da ben’iyle bu ses içinde yitip gitmeyerek bütün sesleri işitti mi, bütünü, birliği duymaya çalıştı mı, binlerce sesin bütün şarkısının bir tek sözcükten oluştuğunu görüyordu, bu sözcük de om’du, mükemmellikti. 


• “sana ne söyleyebilirim ki, saygıdeğer kişi?” diye cevap verdi siddhartha. “olsa olsa kendini aramaya fazla verdiğini mi? aramaktan bulma fırsatını bir türlü yakalayamayacağını mı?” 


• bir kimse arıyorsa, gözü aradığı şeyden başkasını görmez çokluk, bir türlü bulmasını beceremez, dışardan hiçbir şeyi alıp kendi içine aktaramaz, çünkü aklı fikri aradığı şeydedir hep, çünkü bir amacı vardır, çünkü bu amacın büyüsüne kapılmıştır. aramak, bir amacı olmak demektir. bulmaksa özgür olmak, dışa açık bulunmak, hiçbir amacı olmamak. sen, ey saygıdeğer kişi, belki gerçekten arayan birisin, 


• uykuyla ve om’la ruhunda gerçekleşen büyü bu değil miydi, her şeyi sevmesi, gözünün gördüğü her şeye güler yüzlü bir sevgiyle yaklaşması değil miydi? öte yandan öyle geliyordu ki, hiçbir şeyi ve hiç kimseyi sevemeyişiydi onu daha önce hasta yapan


• siddhartha coşmuştu, içinde doğan esin, mutluluğa boğmuştu onu. oh, tüm çile ve kahırlar zaman değil miydi, tüm uğraşıp didinmeler, tüm korkular zaman değil miydi? zaman aşılır aşılmaz, zaman düşüncesi kafadan çıkarılır çıkarılmaz dünyadaki bütün güçlükler, bütün düşmanlıklar silinip gitmiyor mu, yenilgiye uğratılmıyor muydu? 


hayır, gerçekten arayan biri, gerçekten bulmak isteyen biri hiçbir öğretiyi benimseyemez. ama aradığını bulan da hangi öğreti olursa olsun, hangi yol, hangi amaç olursa olsun hiçbirinden onayını esirgeyemezdi. artık onu sonsuzlukta yaşayan, tanrısal’ı soluyan binlerce başka kişiden ayıran hiçbir şey yoktu.


• oysaki bazı insanların küçük çocuklarınki kadardır aklı, öyleyken böyle bir sığınak vardır kendilerinde. insanların büyük çoğunluğu, düşen yaprak gibidir, katılıp gider rüzgarın önüne, havada süzülür, dönüp durur, sağa sola yalpalar vurarak iner yere. pek az kişi de vardır, yıldızlara benzer, belirli bir yörüngede ilerler durur, hiçbir rüzgar varamaz yanlarına, kendi yasalarını ve izleyecekleri yolu kendi içlerinde taşırlar. tanıdığım pek çok bilgin ve samana arasında bir tanesi işte böyle kusursuz biriydi;asla unutamayacağım kendisini. gotama idi bu ulu kişi, buda öğretisinin müjdeleyicisi gotama. binlerce öğrenci her gün öğretisini dinliyor, her an kurallarını izliyor onun, ama hepsi de düşen yapraklardan farksız, öğretiyi ve yasayı içlerinde taşıdıkları yok.


ırmak aynı zamanda her yerdedir, kaynadığı yerde, döküldüğü yerde, çağlayanda, kayıkta, akıntı yerinde, denizde, dağda, aynı zamanda her yerde ve onun için yalnızca şu an vardır, geçmişin gölgesi diye bir şey bilmez ırmak, geleceğin gölgesi diye de bir şey bilmez.


• hiçbir gerçek yoktur ki, karşıtı da gerçek olmasın! (sonuç değil süreç!)