• öyle görünüyordu ki, feride’nin kendine özgü güzelliği ve nerdeyse sınırsız bilgisi yanında, daha çok kenterleri etkileyecek türden özellikleri: bir konsolos kızı olması, iki yabancı dil bilmesi, avrupalı gibi giyinip erkek gibi davranması da çekiyordu onları
• … dedi peygamber, arkasına yaslanıp lenin kasketini düzeltti, kurulacak sosyalist düzende taksi şoförlerine yer vermemek gerektiğini, çünkü her şeye burunlarını sokarak insanları yıldırdıklarını düşündü, “ben buna faşizm derim,” diye söylendi. “faşizm siyasal bir öğreti olmaktan çıkmış, insanların en küçük davranışlarına, en sıradan konuşmalarına bile sızmaya başlamış, en iyi uygulayıcıları da lumpenler.
• sahnede kırmızı ceketli, sarı saçlı, kara kaşlı bir adam, elinde kocaman bir mikrofon, kırıta kırıta şarkı söylüyor, arada bir, şarkıyı yarıda keserek, dinleyicileri kendisiyle el çırpmaya ya da şarkısını birlikte söylemeye zorluyordu. ama şarkı öyle bayağıydı ki, peygamber tiksintiyle yüzünü buruşturdu; ekonomik açıdan marx’ın öngördüğü dönemin çok uzaklarında bulunsak bile, beğeni açısından yozlaşmanın son sınırına dayandığımız kuşku götürmezdi. girdiği sırada sahnede kıvranan kadın olabileceğini düşünerek kızardı, başını önüne eğdi. ama, aynı anda, hepsi de aynı ölçüde tombul, aynı ölçüde boyalı, parmakları, bilekleri, kulakları ve gerdanları aynı abartmalı takılarla süslü üç kadın daha gelip masaya yerleşerek aynı biçimde birer bol ısmarlayınca, belki de yanıldığı düşündü: parlak giysilerinin renkleri çok farklı olmakla birlikte, hepsi de aynı kadının değişik örnekleri gibi görünüyordu, hepsi de o kadın olabilirdi, ya da hiçbiri o kadın olmayabilirdi.
• …
“sormak ayıp olmazsa, ne iş tutuyorsun?” diye sordu. “ozanım ben,” dedi peygamber. “maruf beyin arkadaşı olduğuna göre, çok paralı bir iştir herhalde,” dedi meryem. “ama epeyce yaşlısın: emekli olmadın mı daha?” peygamber bu bönce soru karşısında ne diyeceğini bilemedi, bunun bile kenter düzenini yıkmak için yeterli bir neden olduğunu düşündü.
• …
kestirmeden söyleyeyim sana: o yaman devrimciler, o mangalda kül bırakmayan kuramcılar en güzel arabalara binip gittiler,” dedi. peygamber şaşırıp kaldı. “rahmi, oğlum, arabaları nerden çıkardın şimdi? ne demek istiyorsun?” diye sordu. nazım bir kahkaha daha attı. “çokları yeni efendilere bağlandı, bağlanmayanları da öldü ya da içerde,” dedi. “peki, proleterler?” diye kekeledi peygamber. “türk proletaryasının o yiğit insanları? onlar ne oldu?...” “o yiğit insanlar almanya’da, hollanda’da, belçika’da, fransa’da sokakları süpürüyorlar, o güzel arabalara binip buraya geldikleri zaman da patron ayaklarına yatıyorlar.