• hastadır o, kaçıktır. ruhunu “yuvarlak metal ve ağır kağıda” adamıştır. hiçbir şeyle yetinmez, gözü doymak bilmez. "kimseye kötülük etmeden, haksızlık yapmadan geldiğim gibi göçüp gideyim şu dünyadan” diye düşünmez. başkalarının gücünü sömürüp kendi işlerinde kullandığı için ne başı ağrır ne de uykusu kaçar.
• aynı şekilde çocukların kafalarına da doldurabildikleri kadar düşünce doldururlar. çocuklar her gün düşünce hasırlarını didiklemek zorundadırlar. bir tek en sağlıklı olanları bu düşünceleri kendilerinden uzak tutarlar, bir ağın deliklerinden süzülürcesine ruhlarından salıverirler. ama çokları kafalarına, en ufak bir boşluk kalmamacasına, ışığın zerresi bile içeri sızmamacasına düşünce yüklerler. bunun adına “ruhu eğitmek”, sonuçta ortaya çıkan çılgınlığa da “eğitim” derler.
• çünkü, nerede ki birileri her şeyi ele geçirir, orada elleri boş kalanlar da mutlaka olur.
• beyaz adam budala ve kördür. gerçek mutluluğa karşı sağırdır ve bu utancını gizlemek için kat kat örtünmesi gerekir.
• daha çok zamanı olsun diye ayağının altına demir tekerlekler, sözcüklerine kanat takar. peki ne içindir bu çaba? papalagi zamanıyla ne yapar? (…) bulabilmiş değilim bunu doğrusu. (…) oysa zaman sessiz ve uysaldır, huzur ister, güneşin altında döşeğine uzanıp yatmak ister. papalagi zamanı tanıyamadı, anlayamadı. bu yüzden o kaba gelenekleriyle hor kullanıyor onu.
• diyelim ki güneş pırıl pırıl parlıyor, "güneş ne güzel parlıyor" diye düşünmeye başlar o an. ama bu yanlıştır işte. büyük bir yanlış hem de. akıllı bir samoalı güneşin sıcak ışıkları altında kollarını, bacaklarını gevşetir ve hiçbir şey düşünmez. güneşi bir tek kafasıyla duymaz, elleriyle, ayaklarıyla, bacaklarıyla, karnıyla, bütün organlarıyla hissede. bırakır, derisi, kolları, bacakları kendi başlarına düşünürler. kafa gibi olmasa da onlar da düşünürler mutlaka.
• beyaz adam budala ve kördür. gerçek mutluluğa karşı sağırdır ve bu utancını gizlemek için kat kat örtünmesi gerekir.
• insan gerçek bir avrupalı olunca, o kadar çok "şey"e gereksinim duyar ki, bu yüzden papalagi'nin elleri "şey" yapmaktan dinlenmeye fırsat bulamaz. yüzleri yorgun ve acılıdır.
• büyük ruh'un "şey'lerini görmekten acizdir. köy meydanında keyifli şarkılar söylemekten, güneşli bayram günlerinde dans etmekten bizler gibi kollarının, bacaklarının mutluluğunu yaşamaktan acizdir. "şey'ler üretmek, ürettikleri "şey'leri korumak zorundadır onlar. "şey'lerini takınıp küçük kum karıncaları gibi yerlerde sürünürler. "şey'leri ele geçirmek için soğukkanlılıkla her türlü kötülüğü göze alırlar. erkeklik onurunu ya da gerçek gücü ölçmek için değil, yalnızca "şey'ler uğruna savaşırlar birbirleriyle.
• büyük ruh'un "şey"lerinden başka çok az "şey"e ihtiyacımız olduğunu unutmamalıyız.
• pagalagi'nin içi zaman korkusuyla dolu olduğu içim, hepsi, hem yalnız erkekler değil, kadınlar ve çocuklar da büyük ışığı kendi gözleriyle ilk kez gördüklerinden beri ayın kaç kere yükseldiğini, güneşin kaç kez battığını kesin olarak bilirler. bu o kadar önemlidir ki, belirli ve değişmez aralıklarda çiçekler ve şölenlerle kutlanır. bana "kaç yaşındasın" diye sorduklarında, benim gülüp de bunun önemi olmadığını söylemem üstüne utanmam gerektiğini düşünüyorlardı. hissediyordum bunu hep. "kaç yaşında olduğunu bilmelisin!" diyorlardı. bense susup "bilmemek daha iyi" diye düşünüyordum. kaç yaşındasın demek kaç dolunay boyunca yaşadığın anlamına gelir. oysa dolunayları saymak, bunun hesabının peşine düşmek pek tehlikelidir, çünkü böylece insanların genellikle kaç dolunay yaşadığı ortaya çıkar. kişi buna çok dikkat ederse ve yeterince çok dolunay geçmişse, "artık yakında öleceğim" demeye başlar. ondan sonra ne keyfi kalır ne de başka bir şeyi ve kısa süre sonra da gerçekten ölür gider.
• bir köyden atla geçsem, çok daha hızlı giderim, ama yürürken çevrede olup biten her şeyi görürüm, dostlarım kulübelerinden seslenirler bana. bir hedefe hızlı varmak nadiren gerçek bir kazanç sayılır.
• kendimizi, yaşama sevincimizi alıp götürecek, ruhumuzu karartıp içindeki aydınlığı alacak, bedenimizle kafamızı çatışmaya sürükleyecek her şeyden korumalıyız. düşünmenin ölümcül bir hastalık olduğunu, insanın değerini küçülttüğünü papalagi, kendi kendine kanıtlıyor.
• eğitilmiş birine soracak olsan daha sen ağzını bile kapamadan yanıtını yapıştırıverir. kafası mermiyle doludur hep atışa hazırdır.
• eğer insan çok fazla 'şey'e gereksinim duyuyorsa, bu büyük bir yoksulluğun göstergesidir.
• erkeklik çağına gelmiş papalagilerin çok azı bir çocuk gibi
hoplayıp zıplayabilir. sanki sürekli engelleniyormuş gibi yürürken bedenini
havanın içinde zorlukla sürükler. o bu güçsüzlüğü yadsıyıp mazur göstererek,
saygıdeğer bir adamın koşmasının, hoplayıp zıplamasının doğru olmadığını
söyler. ama tüm bunlar salt kuru bahanedir. meslekleri onları uykuya ve ölüme
mahkum ettiğinden kemikleri katılıp hareket edemez olmuş, kasları sevinçlerini
yitirmiştir. meslek, yaşamı yok eden bir aitu*dur. insanların kulağına güzel şeyler fısıldayan, ama bedenindeki kani içen bir aitu.
• gazete bütün insanları tek bir kafa haline getirmeye
çalışır. benim kafama, benim düşünceme karşı savaşır. bunun becerir de. sabah
kâğıdı (gazete) okursan, öğlene, diğer papalagilerin kafalarında ne
taşıdıklarını, ne düşündüklerini bilirsin.”