12 Şubat 2019 Salı

hazlar ve günler / marcel proust





















• hırs insanı şan ve şöhretten daha çok sarhoş eder; arzu her şeyi yeşertirken sahip oluş soldurur; hayatı yaşamaktansa düşlemek yeğdir; kaldı ki yaşamak da bir bakıma hayatı düşlemektir, ama hem gizemi hem de netliği azalmış bir düştür.


• daha az üzüldüğü için üzüldü, sonra bu üzüntü de geçti. sonra bütün üzüntüler geçti gitti, hepsi; hazları göndermeye gerek yoktu, onlar zaten uzun zaman önce, başlarını çevirip bakmadan, ellerinde çiçekli dallarıyla, kanatlı topuklarıyla kaçıp gitmişlerdi; kendileri için yeterince genç olmayan o evden kaçmışlardı. sonra bütün insanlar gibi o da öldü.


• bizi besleyecek olan ekmek acıdır. mutlu bir hayatta benzerlerimizin kaderleri ister çıkarın arkasına gizlenmiş, ister arzuyla şekil değiştirmiş olsun, bize gerçek halleriyle görünmez. ama hayatta ızdırabın getirdiği tarafsızlık, tiyatroda da acılı güzellik duygusu içinde, başkalarının kaderi ve bizzat bizim kaderimiz, nihayet kulak kesilen ruhumuza görevin ve gerçeğin daha önce işitilmemiş ebedi sesini duyurur. gerçek bir sanatçının kederli eseri bize ızdırap çekmiş kişilerin tarzında seslenir; acı çekmiş herkesi başka şeyleri bir yana bırakıp kendisini dinlemeye zorlar. 

• aşklarının yaratıcı ve bereketli dehasına düşünmeden teslim olarak tıpkı bir ulusun silah, oyun ve yasalarla donatılışı gibi kendilerine ait bir lisanla donatılmışlardı.

• kendisininkini de hariç tutmadığı bütün bu hayatların geri geri giderek, gözlerini hayattan ayırmadan ölüme doğru ilerleyişleri evrensel bir skandaldı 

• sonsuzluk için yaratılmış ve giderek neredeyse hiçliğe hapsolan bir hayatın şaşaalı ve kasvetli manzarasını sunmaya devam ediyordu; gerçek kılabilecekken günbegün uzaklaştığı soylu kaderin hüzünlü gölgeleri kalmıştı sadece geriye. 

• cardenio snoptur, pippo ise dostluk iddialarına rağmen çıkarcı bir sahtekârdır. fortunata’ya gelince, herkes hemfikirdir, o iyi kalplidir. şişkoluğu iyi niyetli kişiliğinin garantisidir; bu kadar şişman bir kadının fesat olması mümkün müdür?

• blaudelaire’in sonbahar akşamüzerlerinden bahisle dediği gibi) “muğlaklığı yoğunluğunu azaltmayan duygular vardır ve sonsuzluğun ucu kadar keskin bir nokta yoktur 

• daha sonra, annemin yokluğu daha da acı şeyler öğretti bana: insanın yokluğa alışabileceğini.

• ellerinin mutlulukla ya da gerginlikle sıktığı yüzeylerinizdeki kırışıklıkları koruyorsunuz; kitabi ya da hayati bir kederle döktüğünüz gözyaşları belki hala içinizde hapsolmuş duruyor; onun gözlerini ışıldatmış ya da incitmiş gün ışığı sizlere bu sıcak renkleri bahşetmiş. size ürpererek dokunuyorum, ifşaatınızı sabırsızlıkla bekliyor, sessizliğinizden kaygı duyuyorum. heyhat! belki o da siz büyüleyici, narin varlıklar gibi, kendi zarafetinin duyarsız ve bilinçsiz tanığıydı. belki en gerçek güzelliği benim arzumda saklıydı. o hayatını yaşadı ama belki bir tek ben onun hayatını düşledim.