20 Ekim 2018 Cumartesi

hayyam'ın teraneleri / sadık hidayet




• 
an kasr ki ber çerh hemîzed pehlû,
ber dergeh-i û şehân nihâdendî rû,
dîdîm ki ber kongre’eş fâhte’î
benşeste hemîgoft ki “kû, kû, kû, kû?”

an kasr ki behrâm der û câm girift,
ahû beçe kerd u şîr ârâm girift,
behrâm ki gûr mîgiriftî heme omr
dîdî ki çegûne gûr behram girift.

o kasır ki feleğe dayamıştı yanını
eşiğine şahlar sürerdi alnını;
gördük ki burcunda bir kumru
konmuş, derdi : “ku, ku, nerde, hani?


o kasır ki behram onda kadeh tuttu;
ceylan yavruladı, arslan teskin oldu.
o behram ki ömür boyu hep yaban eşeği tuttu,
gördün mü, mezar onu nasıl da tuttu! 




ey pîr-i hiredmend, pegehter berhîz,
van kûdek-i hâkbîz râ binger tîz,
pendeş dih u gû ki: nerm nermek mîbîz.
mağz-i ser-i keykubâd u çeşm-i pervîz!

ey bilge pîr, daha erken kalk.
toprak eleyen o çocuğa daha sert bak.
öğüt ver, de ona: ele yumuşak yumuşak,
keykubad’ın beyni, perviz’in gözü bu bak




ebr âmed u zâr ber ser-i sebze girîst;
bîbâde-yi gulreng nemîşâyed zîst.
in sebze ki imrûz temâşâgeh-i mâst,
tâ sebze-yi hâk-i mâ temâşâgeh-i kîst?

geldi bulut, ağladı hüngür hüngür çayırlıklara;
yaşanamaz bu durumda olmadan gül renkli şarap.
bugün bizim seyir yerimiz şu çayırlık.
yarın kimin yeri acep toprağımızda bitecek çayırlık?




ber seng zedem dûş sebû-yi kâşî,
sermest budem ço kerdem in ûbâşi.
bâ men be zebân-i hal mîgoft sebû:
men çon to budem; to nîz çon men bâşi

taşa çaldım dün çini testiyi.
sarhoştum yaptığımda bu edepsizliği.
diyordu bana hal diliyle testi:
senin gibiydim ben; sen de olursun benim gibi.




in kûze ço men âşık-ı zârî bûde est.
der bend-i ser-i zolf-i nigârî bûde est.
in deste ki ber gerden-i û mîbînî
destîst ki ber gerden-i yârî bûde est!

bu testi vaktiyle ben gibi perişan âşıkmış.
bir dilberin zülüflerine bağlanmış.
boynunda gördüğün şu kulp yok mu,
bir elmiş, yarin boynuna sarılmış. 




gûyend: behişt u hûr-i ayn hâhed bûd.
vancâ mey-i nâb u engebîn hâhed bûd.
ger mâ mey u ma’şûka gozîdîm, çi bâk!
âhir ne be âkıbet hemin hâhed bûd?

derler ki: cennet ve hûriaynlar olacak.
orada saf şarap ve ballar olacak.
mey ile maşukayı tercih ettikse, ne var korkacak?
nasıl olsa işin sonunda bunlar olacak!




ver nîz şoden bemen budî, key şodemî?
bih zan nebudî ki enderin deyr-i herâb,
ne âmedemî, ne şodemî, ne budemî.

gelmezdim dünyaya, elimde olsaydı.
gider miydim dünyadan, elimde olsaydı?
ne gelirdim, ne giderdim, ne kalırdım.




yaradan beni cennete mi sokacak,
berbat cehenneme mi? hiç bilmem.
çimenlikte kadeh, dilber ve bir de saz.
üçü benim peşinim, cennet de senin veresiyen 




donyâ be murâd rânde gîr, âhir çi?
vin nâme-yi omr hânde gîr, âhir çi?
gîrem ki be kâm-i dil bemândî sad sâl,
sad sâl-i diger bemânde gîr, âhir çi?

muradınca yaşadın say; n’olacak yani?
ömür mektubunu okudun say; n’olacak yani?
say ki yüz yıl yaşadın gönlünün muradınca,
yüz yıl daha yaşadın say; n’olacak yani? 




"topraktan yapılan kadeh belki de bir padişahın toprak olmuş kafatasıydı, bedeniydi... topraktan biten ve göz alıcı renkleriyle insanı büyüleyen gül, bir güzelin dudaklarıydı, yanaklarıydı, bilekleriydi belki de. madem yanıt bulunamayacak şu kısacık ömürde bu sorulara; geriye yapılacak bir şey kalıyor: olabildiğince mutlu geçirmek şu kısacık dünya hayatını. peki; mutluluk neydi? bir tanım getiremedi. bir sembol buldu yerine: şarap. kanı, canlılığı, güneşi, ışığı, kırmızı dudağı, yakutu, güzelliği, dünyadaki dönüşümü çağrıştıran bir iksir!" 




der dâyireî k’âmeden u reften-i mâst
anrâ ne bidâyet, ne nihâyet peydâst.
kes mînezened demî derin âlem râst
kin âmeden ez kocâ vu reften be kocâst?

gelip gittiğimiz şu dairenin
ne başı belli, ne de sonu.
kimse doğru söylemiyor şu âlemde
nereden geliyor, nereye gidiyoruz?




her şeyin sahibi tanrı madem ki yarattı doğayı
ne sebeple verdi ona eksiği, kusuru?
çirkin olduysa bu mahluk, kimin kusuru?
iyi oldu madem; neydi yıkmaktaki zoru?”
var mı dünyada günaha girmeyen? söyle.
günah işlemeyen nasıl yaşar? söyle.
ben kötü ediyorum, sen kötü cevap veriyorsun.
nedir öyleyse aramızdaki fark? söyle.



hân kûzegerâ! bepây eger huşyârî!
tâ çend konî ber gil-i merdum hârî?
enguşt-i Ferîdûn u kef-i Keyhusrov
ber çerh nihâde’î; çi mîpindâri?

hey çömlekçi! dikkat et ne yapıyorsun!?
insan toprağı bu, hırpalıyorsun!
ferudun’un parmağını, elini Keyhusrev’in
çarkına koymuşsun; sen ne sanıyorsun
?