10 Şubat 2013 Pazar

aylak adam / yusuf atılgan




intro

"birden içini bir yere, bir şeye geç kaldığı duygusu kapladı. yirmi sekiz yaşındaydı, tedirgind

s17.
‘sinemaya girdiğinde üstü başı az ıslaktı.. önce yüz numaraya girdi , çıktı.. bir sigara içti.. salon pek kalabalık değildi.. paltosunu çıkarıp ortalarda bir koltuğa oturdu.. gelenlerin çoğu kadın.. bir de belki iki saatlik aylaklar , okul kaçakları.. ‘şunların arasında sevilmeğe değer birkaç kişi niye olmasın.. tok karın iyimserliği mi yoksa..’ başlama saati yaklaştıkça boş yerler doluyor.. bir kadın yanındaki koltuğa doğru geldi.. kadının yüzünde sanki koyu vişne bir ağızla romalı heykel burnundan başka bir şey yoktu.. koyu vişne kıpırdadı :

- sahibi var mı efendim..

orada duran paltosunu kucağına aldı.. kadın oturdu.. çantasının üstünde uzun tırnaklı uzun parmakları vardı.. az sonra ışıklar sönünce kadın koltuğun ötesine doğru toplandı.. bu çabuk kaçış onu yanındakinin bir yerine gerçekten değmiş gibi üzdü.. içinde kıpkızıl bir öfke kabardı.. ‘hay lanet olası.. insem mi beynine..’ kendini güç tuttu.. bu öfke bir kırgınlık, bir başkalarına küsme duygusuyla karışıktı.. seveceğin sandığı insanlar bunlar mıydı.. perdede dünya haberleri gösteriliyor.. bu ‘karı’nın yanında kalırsa bir şey göremeyecek.. kalktı.. sıradan çıkarken birinin ayağına bastı.. adam hiç seslenmedi.. ‘çüş’ falan deseydi bir yanını kırardı.. gitti ilerde boş bir yere oturdu.. arkasında , alaca karanlıkta belli belirsiz kıpırdayan insan suratlarına meydan okurcasına baktı.. ama onu kimse görmedi..


iki saat sonra kalabalığın içinde , sinemadan bir dar sokağa çıkan sanki başka birisiydi.. düşünüyordu : ‘çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği , kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor.. sinemadan çıkmış insan.. gördüğü film ona bir şeyler yapmış.. salt çıkarını düşünen kişi değil.. insanlarla barışık.. onun büyük işler yapacağı umulur.. ama beş-on dakikada ölüyor.. sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu ; asık yüzleri , kayıtsızlıkları , sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar , eritiyorlar..’ saatine baktı : dört buçuğa beş vardı.. ‘eve gitsem okusam..’ durağa yürüdü.. ‘bunları kurtarmanın yolunu biliyorum.. kocaman sinemalar yapmalı.. bir gün dünyada yaşayanların tümünü sokmalı bunlara.. iyi bir film görsünler.. sokağa hep birden çıksınlar..’ kafasından geçene güldü.. duraktakiler dönüp baktılar.. kadının biri kaşlarını çattı.. sokakta kendi kendine sesli gülünemeyeceğini bilmeyen yoktu.. ‘ne adamlar be.. güldüysem güldüm , size ne..’ duramadı orada , yürüdü.. eve gitmeyecek.. içindeki ‘sinemadan çıkmış kişi’yi öldürdüler.. sağ kalan sıkıntılı , kızgın.. hep ölçülü-biçimli mi davranmak gerek.. kim demiş.. başkaları onu eve gidecek sanırken o gidip bir meyhanede içecek.. yolun çivisiz yerinden karşıya geçti.. kayıp giden otomobiller duraksadılar.. bir şoför sövdü.. o duymadı..’

s.137
sultanahmet durağından, nişantaşı’nda inmek niyetiyle maçka tramvayına binmiş bir adam, dışarıya baktığı camdan ne sevdiği kadını, ne de bir tanıdığını gördüğü halde yarı yolda neden iner? bazen insanı bir yangın kulesi de çağırır. hele bu adam, öğle yemeğini yediği kalabalık lokantadan çıkıp nereye gideceğini bilmeden yürürken (...)

... dünyada hepimiz sallantılı korkuluksuz biz köprüde yürür gibiyiz. tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. tramvaylardaki tutamaklar gibi. uzanır tutunurlar. kimi zenginliğine tutunur, kimi müdürlüğüne, kimi işine, sanatına. çocuklarına tutunanlar vardır. herkes kendi tutamağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. gülünçlüğünü fark etmez. kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım. öküzleri besiliydi, pırıl pırıldı. herkesin "veli ağa'nın öküzleri gibi öküz yoktur" demesini isterdi. daha gülünçleri de vardır. ben toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: : gerçek sevgiyi! bir kadın. birbirimize yeteceğimiz, benimle birlik düşünen, duyan, seven bir kadın!” (tutunamayanlar'ın esin kaynağı bir paragraf..700sayfa)