1 Mart 2020 Pazar

devir / ece temelkuran


• siyaset mi kaldı nahit? bir melanet var bu memlekette. bir ilk neden. gidiyorum yani geçmişe. hani 71 muhtırası’na gidiyorum, bizim çocukları astıkları zamana... bakıyorum o da ilk değil. 30’lara gidiyorum mesela... memleketin tohumunun atıldığı, cumhuriyetin ilan edildiği zamana gidiyorum. başlangıç orası da değil. acaba, diyorum, bu osmanlı’nın çadırdan çıkıp da saraya girdiği zaman... hani bunlar osmanlı’yı kurarken balkanlar oradan buradan oğlanları devşirmişler ya, anasından danasından koparıp hani... devleti bu öksüzlere kurdurmuşlar... dedektif, bence bu anasını sattığımın memleketinin dibinde o kimsesiz çocukların laneti var. bu merhametsizliğin sebebi, o çocukların hıncı işte. 

• bence ankara’nın dibinden çok şey çıkacak ali. binlerce yıl önce bu bozkıra varan ilk adam ve kadının, kırkikindi yağmuru öncesindeki rüzgârı işaret sanıp diktiği ilk çadır direği. ‘azıcık aşım kaygısız başım’ diyen o adamın çömlekleri çıkacak mesela. imparatorlukta gözden düştüğü için bozkıra gelen, yalandan iki sütun dikip keyfine bakan bir romalı beyin taht yıkılırken içtiği şarabın çanakları çıkacak. bir osmanlı sultanını ilk ve son kez esir düşüren memlekettir ankara, biliyor musun ali? timur’un, sultan yıldırım beyazıt’ı esir düşürdüğünde içtiği keyif esrarının külleri çıkacak buralardan. sonra, ellerinde damgalı, imzalı kâğıtlardan kafası karışıp deliren, sonunda ulus meydanı’nda el ele tutuşup kaybolmuş gibi yürüyen köylülerin kasketleri. sümerbank basmasından biçilmiş donlarla nükleer fizikçi olmayı hayal eden, yıldızlarla köyündeki yanağı sinekli çocuklar arasında sıkışıp kalmış gençlerin üniversite yolunda delinen ayakkabıları da... hep bir memleketi kurtarmak çilesiyle şiir yazan onca doktor, öğretmen ve muhasebecinin ikinci dünya savaşı’ndan kalan ekmek karneleri de vardır mutlaka. ‘bu ülke böyle kurtulur!’ diye yazmış binlerce daktilo, teksir makinesi, kurşun harfler, yeni maltepe sineması’nda gösterilen seks filmlerinin parçalarına, o filmler izlenirken çitlenen çekirdek kabuklarına karışmıştır. hokkalar ve mühürler, maktalar ve hamayıllarla yazılıp, parlatılıp, saklanmış bütün dualarla karışmıştır, üzerine ‘tek yol devrim’ yazılmış plastik kalem kutuları. büyük muharebelerde kırılmış t cetvelleri, romalı beylere karşı, anayasa ve idare hukuku kitaplarından kurulmuş barikatların kalıntıları, istanbul’da boğaz’a dalıp, ‘bu insanlarla olmaz,’ diye kederlenen aydınlara bir ümit taşradan yazılıp gönderilmemiş mektuplar, binlerce resmi geçitte hep aynı yolu yürüyen bandocu kızların trampet bagetleri, köy enstitülü çocukların ‘avare mu’ çalarken düşen mandolin penaları... insanların daha iyisini hak ettiği hıncıyla büyüyüp insanımızın pusuculuğuyla karşılaştığı o ilk seferinde ağlayan çocukların üçgen mendilleri... ‘bu halkı anlamazsak onlara hiçbir şey anlatamayız,’ diyerek boşuna ezberlenmiş kuran mealleri. çıkar bunlar ali. olgunlaşma enstitüsü’nde türk bayraklı bindallılar diken kızların kırık yüksükleri ile silah kardeşliğinden kurulacak bir ülkede eşit ve özgür olacaklarına boşuna inanan eşkıyaların kopmuş dizginleri... tekerlekler elbette, hep ezberleyip duracağın, kurtuluş savaşı’nın kağnı tekerleriyle sadece bizim bileceğimiz, yakıp durduğumuz patlak lastik tekerlekler iç içe duruyor olabilir aslanım. buraya gönderilen keltlerin denizsiz kalınca kederlenip bira içtiği hayvan boynuzları ile gülhane askerî tıp akademisi’nde kesilen asker kolları ve bacaklarının kemikleri... arap prensesi zenobia’nın kurduğu devletin cam kırıklarıyla on iki yaşında kuşcağız’da ensesinden vurulmuş nergisin önlük düğmeleri. osmanlı’ya karşı başlayıp kanında boğulmuş isyanların yırtık sancakları ve söylenmiş bütün türkülerin kopmuş bağlama telleri... pabuç tekleri en çok da. zonguldak’tan maden işçilerinin, izmir’den tariş işçilerinin, işçilerin, köylülerin ve makam şoförlerinin, cumhuriyet balolarında aradığını bulamamış kadınların ayakkabıları, milyonlarca. aslanım, size öğrettiler mi? ankara ‘gemi çapası’ demek. bir hayalle çıkılan yolda atılan çapa gibi düşün. kralların hep eşek kulaklı olduğunu bildiği için bütün kuyular bunu bağıracak diye kuyulardan korkan kral midas’ın şehri. biz, ‘kralın kulakları eşek kulakları,’ dedikçe, kaçarken cebimizden düşürdüğümüz telefon numaraları, sevgili vesikalıkları, sahte kimlikler... kazmak tehlikeli ali.” 

• ... babam su içiyor gibi gülüyor mesela. annem içinden kuşlar çıkıyor gibi gülüyor. anneannem bir tepsi börek gibi gülüyor. samim abi atlar koşuyor gibi gülüyor, ayla abla, heidi gibi gülüyor, heidi’nin dağdan aşağıya koştuğu zamanki gibi. ama jale’anım teyze sanki sıra dayağı olurken öğretmen bir tek ona vurmamış gibi gülüyor.