22 Eylül 2018 Cumartesi

boyalı kuş / jerzy kosiński















• bir sanat halini almış yok etme yöntemlerini, büyük bir başarıyla. işte bu yüzden hemen herkese kabul ettirmişlerdi. başarı, bir kısır döngüsüydü. ne kadar kötülük yaparsan o kadar güçlenirdin. ne kadar güçlenirsen o kadar kötülük yapabilirdin. 

• kış, insanları kulübelerine kapatmıştı. tehlikesizce ambarlara dalıyor, en iyi patatesleri, en iyi pancarları toplayıp "kornet'imde pişiriyordum. karda sürüklenen bir paçavra yığınını andırdığım için beni camdan görseler bile kötü ruh sanıyor, üzerime köpekleri salmakla yetiniyorlardı. aslında köpeklerin de soba başından ayrılmaya hevesli olmadıkları görülüyordu. karda, uyuz uyuz geliyorlardı bana doğru. burunlarının dibinde "kornet"imi sallamam onları kaçırmaya yetiyordu. adet yerini bulsun gibilerden havladıktan sonra, soğuktan donmuş, kulübeye dönüyorlardı.


• beni şaşırtıyordu şu almanlar. amma ziyankârdılar ha! böylesine acımasız, sefil bir dünyanın hâkimi olmak neye yarardı

• ...direnmekten vazgeçtim kuş oldum bende. yere yapışmış, soğuktan tutulan kanatlarımı açabildim sonunda.


• gerçek, insanların karşısında farklılıklar arz etmeyen tek şeydir.


• bazen günler geçer, ludmilla görünmezdi. o zaman büyük bir kızgınlık, gizliden gizliye kemirirdi lekh in içini. gözlerini kuşlara diker, saatler boyunca kendi kendine homurdanırdı. uzun uzun ve günlerce düşündükten sonra en güzel kuşlardan birini seçerdi. kuşu bileğine bağladıktan sonra, bir sürü garip şeyi birbirine karıştırıp kokulu bir boya elde eder, değişik renklerde, kutu kutu hazırlardı bu boyadan. sonra kuşun başını, kanatlarını, boynunu ebemku­şağı renkleriyle bezer, tüylerine bir demet yabani çiçeğin göz kamaştırıcı parlaklığını verirdi.sonra ormanın içlerine yürürdük birlikte. epey ilerledik­ten sonra lekh durur, kuşu bileğinden çözüp bana verir ve ayaklarından tutarak sallamamı isterdi. boyalı kuş söylenir durur, bağrışına gelen bir sürü kuş, tepemizde dönmeye başlardı. onlara ulaşmak isteyen tutsak debelenir, bütün gücüyle öter, boyalı boynunun içinde kalbi delice atardı.tepemizde yeteri kadar kuş toplandığına inanırsa, lekh, bir işaretle tutsağı koyvermemi isterdi. bulutların üstündeki küçük ebemkuşağı, mutlu ve özgür, yükselip kardeşlerinin gürültücü sürüsüne katılırdı. diğerleri bir süre şaşkın, bakarken benzerini görmedikleri kuş, boşu boşuna kendilerinden biri olduğuna onları inandırmaya çalışırdı. parlak renklerin iyice şaşırttığı kuşlar onu kuşkuyla inceler, sonra. birbiri ardından saldırıp boyalı tüylerini gagalayıp yolmaya koyulurlardı. tüysüz ve kan içinde kalan zavallı kuş havada duramaz, düşerdi. aynı sahne sık sık tekrarlanır, kurbanlarımızı hep ölü bulurduk. gövdelerindeki gaga izleriyle yaraları dikkatle yayar, renkli kanatlardan sızan ve boyaya karışan kan, kuşçunun eline bulaşırdı. ama deli ludmilla gelmezdi bir türlü. hayal kırıklığına uğramış somurtuk lekh, kuşları birer birer kafesten çıkarıp boyar, acımasız, benzerlerine teslim ederdi onları. günün birinde kocaman bir karga yakaladı, kanatlarını kırmızıya, boynunu maviye, kuyruğunu da yeşile boyadı. bir karga sürüsünün kulübemizin üstünden geçtiğini görünce koyverdi kurbanını. aralarına karışır karışmaz amansız bir savaş başladı. dört yandan sahtekârın üzerine saldırdılar. siyah, kırmızı, mavi ve yeşil tüyler uçuştu havada. kargalar yükselmeye başlamıştı, birden kurbanımızın döne döne tarlalara düştüğünü gördük. kuş yaşıyordu hâlâ. gagasını açıp kapıyor, kanatlarını oynatmaya çalışıyordu boşu boşuna. kardeşleri gözlerini oymuşlardı.kan oluk gibi akıyordu tüylerinin üstünden. yapışkan çamurdan kurtulup doğrulmak için son hareketi de yaptı, artık gücü kalmamıştı.