25 Temmuz 2014 Cuma

bin dokuz yüz seksen dört / george orwell


“savaş barıştır, özgürlük köleliktir, cahillik güçtür”
söylentilere göre, doğruluk bakanlığının yer üstünde üç bin odası, yer altındada, bir o kadar dehlizi vardı. londra'nın değişik yerlerinde, aynı büyüklük ve mimaride başka üç yapı daha vardı. bunlar öteki yapıları öylesine cüceleştiriyorlardı ki, zafer konağının çatısından dördünü birden aynı anda görebilirdiniz. bunlar, hükümetin tüm organlarının bölüştürülmüş olduğu dört bakanlığın barındığı yapılardı. doğruluk bakanlığı haberler, eğlence, eğitim ve güzel sanatlarla ilgileniyordu. barış bakanlığı, savaşlarla uğraşıyordu. sevgi bakanlığı, yasaları ve düzeni koruyordu. bolluk bakanlığı, ekonomik olayların yenikonuş okyanusya'nın resmi diliydi. … aralarında en ürkünç olanı, sevgi bakanlığıydı. bu yapıda bir tek pencere bile yoktu. winston, oraya hiç girmemişti, hatta yarım kilometre yakınına bile sokulmamıştı. resmi bir görev dışında, içeriye girmek olanaksızdı; o zaman bile, içeriye ulaşabilmek için, dikenli tellerin koruduğu labirentleri ve gizli makineli tüfek yuvalarını aşmak gerekiyordu. bakanlığın dış engellerine ulaşan caddeler bile, kalın coplu, siyah üniformalı, goril yüzlü gardiyanlardan geçilmiyordu.

ve hep büyük biraderin gözü üzerinde.. ploreterler ve hayvanlar özgürdür (diğerleri özgür olmamalı). "... herşey bir sis bulutu içinde yitip gidiyordu. geçmiş silinmekte kalmayıp, silindiği de unutuluyordu, sonra da yalın gerçek olup çıkıyordu. … sonunda parti iki kere ikinin üç ettiğini söylediğinde buna inanmak zorunda kalırsın."  iki dakika nefret, savaş filmleri ve ayağı sakat düşman askerine sevinç, gurur, nefret, tam  cinnet. 100 ton üretilecek. 50 ton üretilir. 60 ton diye geçmiş güncellenir. 50 ton’da üretilmiş mi bilmiyoruz. ve herşey hayalden ibaret olur."

insan insana nasıl hükmeder winston? winston, biraz düşünüp, “acı çektirerek,” dedi. “tamam işte. acı çektirerek. boyun eğmek yetmez. acı çekmiyorsa, kendi iradesine değil de senin iradene boyun eğdiğinden nasıl emin olacaksın? hükmetmek, acı çektirmekle ve aşağılamakla olur. hükmetmek, insanların zihinlerini darmadağın etmek, sonra da dilediğin gibi yeniden biçimlendirerek bir araya getirmekle olur. nasıl bir dünya yaratmakta olduğumuzu anlamaya başladın mı şimdi?

"bir gün karanlığın olmadığı bir yerde buluşacağız”  o’brien den wintson’a

gelecekle nasıl iletişim kurulabilirdi ki?doğası gereği olanaksızdı.gelecek ya şimdiye benzeyecekti,ki o zaman ondan haberi bile olmayacaktı ya da şimdiden farklı olacaktı,ki o zaman da içinde bulunduğu durumun hiçbir anlamı kalmayacaktı.

ses hiç kesilmeden sürüyordu.winston bir an kendine geldi ve ötekilerle birlikte bağırıdığını,topuklarını var gücüyle iskemlenin basamağına vurduğunu fark etti.iki dakika nefret'in en korkunç yanı,insanın katılmak zorunda olması değil,katılmaktan kendini alamamasıydı.otuz saniye sonra en küçük bir zorlamaya gerek kalmıyordu.tüm topluluk,elektrik akımına kapılmışçasına,ürkünç bir kin ve nefretle azgınlaşıyor,öldürme,işkence yapma,yüzleri bir balyozla yamyassı etme isteğine kapılıyor,insanlar ellerinde olmadan yüzleri kaskatı kesilerek çılgınlar gibi bağırıp çağırıyorlardı.ama yine de,duyulan öfke,bir pürmüzün alevi gibi bir nesneden öbürüne yöneltilebilen,soyut,kimseyi hedef almayan bir duyguydu.

kimi zaman,insanın birine duyduğu nefreti bile isteye bir başkasına yöneltmesi de olasıydı.

duygularını gizlemek,aklından geçenlerin yüzüne yansımasını önlemek,herkes ne yapıyorsa onu yapmak,içgüdüsel bir tepkiydi.

"bir gün karanlığın olmadığı bir yerde buluşacağız."

kafatasınızın içindeki birkaç santimetreküp dışında,hiçbir şey sizin değildi.

her davranışın sonuçlarını,o davranışın kendisi doğurur.

parti geçmişe el koyabiliyor ve şu ya da bu olayın hiçbir zaman olmadığını söyleyebiliyorsa,bu hiç kuşkusuz işkenceden de,ölümden de beter bir şeydi.

"geçmişi denetim altında tutan,geleceği de denetim altında tutar;şimdiyi denetim altında tutan,geçmişi de denetim altında tutar."

yaşayanların değil de ölülerin yaratılabilmesinin ne kadar tuhaf olduğunu geçirdi aklından.

"bağlılık,düşünmemek demektir,düşünmeye gerek duymamak demektir.bağlılık bilinçsizliktir."

insan bu durumun dayanılmaz olduğunu düşünüyorsa,bir zamanlar düzenin şimdikinden çok farklı olduğuna ilişkin anlıları olması gerekmez miydi?

oysa çok kısa bir süre önce yalnızca birkaç yüz gırtlaktan yükselen çığlıkta yüreklere korku salan bir güç yatıyordu!neden gerçekten önemli sorunlar söz konusu olduğunda böyle haykıramıyorlardı?

bilinçleninceye kadar asla başkaldırmayacaklar,ama başkaldırmadıkça da bilinçlenemezler.

winston birden,çağdaş yaşamın asıl özelliğinin acımasızlığı ve güvensizliği değil,yavanlığı,donukluğu ve kayıtsızlığı olduğunu fark etti.

belki de,deli dedikleri tek kişilik bir azınlıktı.

özgürlük,iki kere iki dört eder diyebilmektir.buna izin verilirse,arkası gelir.

her gün,her saat hayata dört elle sarılmak,gelecekten yoksun olduğunu bile bile günübirlik yaşamayı sürdürmek,tıpkı hava olduğu sürece nefes almayı bırakamamak gibi karşı konulmaz bir içgüdüydü.

onları çekip çeviren,sorgulamayı akıllarından geçirmedikleri özel bağlılıklardı.asıl önemli olan,kişisel ilişkilerdi;hiçbir işe yaramayacak bir hareketin,birini kollarına almanın,dökülen bir gözyaşının,ölmekte olan birine söylenen bir sözün bir değeri olabiliyordu.

"itiraf etmekten söz etmiyorum.itiraf,ihanet değildir.ne söylediğin ya da ne yaptığın önemli değil;yalnızca duygulardır önemli olan.beni seni sevmekten caydırırlarsa,işte o zaman gerçekten ihanet etmiş olurum."

gerçekler,ne yaparsanız yapın,gizlenemezdi.araştırıp kovuşturarak ortaya çıkarılabilir,işkence yaparak sizden sökülüp alınabilirdi.ama amacınız hayatta kalmak değil de insan kalmaksa,sonuç ne fark ederdi ki?

savaşın asıl yaptığı,yok etmektir;ama ille de insanları yok etmesi gerekmez,insan emeğinin ürünlerini de yok eder.

uygarlığın bedeli eşitsizlikle ödenmişti.

toplumumuzda,olup bitenleri en iyi bilenler,aynı zamanda dünyayı olduğu gibi görmekten en uzak olanlardır.

genellikle,kavrayış ne denli fazlaysa,yanılma da o ölçüde fazladır: zekâ ne denli fazlaysa,akıl o ölçüde azdır.

"akıllılık,çoğunluğa bakılarak ölçülmez."

insan sevilmekten çok anlaşılmayı istiyordu belki de.

insanlar özgürlük ile mutluluk arasında seçim yapmak zorundaydı ve büyük çoğunluk mutluluğu seçiyordu.

bir kez teslim olmayagör,gerisi kendiliğinden geliyordu.

onlardan nefret ederek ölmek,özgürlük buna denirdi işte.

farkında olmadan,masanın üstündeki toz tabakasında parmağını gezdirdi:2x2=5

akıllılığın bedeli olan boyun eğmeye hiç yanaşmadın. deliliği, tek kişilik bir azınlık olmayı yeğledin. gerçekliği ancak denetim altındaki zihinler görebilir.

“… gerçeklik insanın zihnindedir, başka bir yerde değil. bireyin her zaman yanılabilen ve kısa zamanda yok olup giden zihinlerinde değil, yalnızca parti’nin ortaklaşa ve ölümsüz zihnindedir. …”

 “… demin, bizim geçmişteki zorbalardan farklı olduğumuzu söylemedim mi sana? biz zoraki boyun eğilmesinden de, kölece boyun eğilmesinden de hoşlanmayız. bize özgür iradenle teslim olmalısın. biz, sapkınları bize direniyor diye yok etmeyiz; direndikleri sürece asla yok etmeyiz. inançlarından döndürür, kafalarının içini ele geçirip yeniden biçimlendiririz. … eski despotluklar, ‘şunu yapmayacaksın, bunu yapmayacaksın’ diye buyuruyordu. totaliterler, ‘şöyle yapacaksın, böyle yapacaksın’ diye dayatıyorlardı. biz ise, insanlara, ‘sen aslında şusun, aslında böyle düşünüyorsun, şuna inanıyorsun’ diye bastırıyoruz. …”

parti, iktidarı, kendi çıkarları için değil, çoğunluğun iyiliği için istiyordu. parti iktidarda olmak istiyordu, çünkü halk kitleleri özgürlüğü kaldıramayan ya da gerçekle yüzleşemeyen, dolayısıyla kendilerinden güçlü birileri tarafından yönetilmesi ve sistemli bir biçimde aldatılması gereken zayıf, korkak yaratıklardı. insanlar özgürlük ile mutluluk arasında seçim yapmak zorundaydı ve büyük çoğunluk mutluluğu seçiyordu.

senin görüşlerini sonuna kadar dinledikten sonra kendi bildiğini okumakta direten, senden daha zeki bir çılgına karşı ne yapabilirsin ki, diye geçirdi aklından.

“…kimsenin iktidarı sonradan bırakmak amacıyla ele geçirmediğini biliyoruz.iktidar bir araç değil, bir amaçtır. kimse devrimi korumak için diktatörlük kurmaz; diktatörlük kurmak için devrim yapar. zulmün amacı zulümdür. işkencenin amacı işkencedir. iktidarın amacı iktidardır. …”

hayatında ilk kez, bir şeyi gizli tutmak istiyorsan onu kendinden de gizlemen gerektiğini anlıyordu. gizlediğin şeyin orada olduğunu bilmeli, ama gerekmedikçe adını koymamalı, belirli bir biçime bürünüğ bilincine yansımasına asla izin vermemeliydin.

 “insanoğlu, kimi zaman, acıya dayanabilir, en ölümcül acıya bile. ama herkesin asla dayanamayacağı , aklından geçirmek bile istemeyeceği bir şey mutlaka vardır. burada cesaret ya da korku söz konusu edilemez. yüksek bir terden düşerken ipe tutunmak korkaklık sayılmaz. suyun dibinden yukarı çıktığında ciğerlerini havayla doldurmak da korkaklık sayılmaz. karşı konulamayacak bir içgüdüdür bu.

bazı şeyler geri gelmiyordu, insan bir daha geriye dönemiyordu. insanın içinde bir şeyler ölüyor, yanıp kül oluyordu.

… çünkü insanlar sözcüklerle düşünüyorlardı.

birçok suç ve hatayı işlemeye olanak bulamayacaktı, çünkü o suç ve hataların bir adı olmadığından onları düşünmek bile mümkün olmayacaktı.