14
salahattin bey, gençliğini deli gibi geçirdikten sonra, birden bire
yorgunlaştığını, artık daha fazla koşacak kuvveti olmadığını görmüş, beş sene
evvel, bu kendisinden tam on beş yaş küçük kızla evlenivermişti. bizim küçük
anadolu şehirlerimizde bu müzmim evlenme hastalığı daima hüküm sürmektedir. en
kuvvetliler bile bir iki sene dayanabildikten sonra bu amansız mikroptan
yakalarını kurtaramazlar ve kör gibi, önlerine ilk çıkanla evleniverirler. tabii
bu evlenmede, herhangi bir müşterek hayattan ziyade, erkek için evde bir kadın
bulunması; kız için de “münasip bir kısmet” varken kaçırılmaması düşünülmüştür.
bu izdivaç mikrobu evlendikten sonra faaliyetine başalar. evvelce birtakım
emelleri olan, yükselmke, kendini göstermek, eser vermek isteyen adamlara bir
kalenderlik, bir lakayıtlık gelir. evde meram anlatmaya asla imkan olmayan,
seviyesi, ahlak telakkisi, dünyayı görüşüve itiyatları büsbütün ayrı bir
mahlukla daimi bir beraberlik insanı dış hayayya da bedbin yapar ve bütün
insanlardan şüpheye düşürür.
102
muhakeme uzun sürmedi. zaten şakir, tevkifinin haftasında müstantik
tarafından serbest bırakılmıştı. bu bir haftanın da ancak gündüzlerini, onu da
müdür odasında oturup cigara içmek ve nizamiye kapısının yanındaki küçük
bahçede aşağı yukarı dolaşmak suretiyle, hapishanede geçirdi. geceleri evine
bırakılıyordu. güya gizli olarak yapılan bu müsaadeyi kaymakam, müddei-umumi ve
ceza reisine kadar herkes biliyor ve bir şey demiyordu. çünkü başka türlü
olmasına imkân yoktu. bu böyle gelmiş, böyle gidiyor ve kasabanın başında
bulunanların aklı bile, hürriyete ve onun getirdiği birkaç müsavat fikrine
rağmen, hilmi bey'in oğlunun sahiden hapsedilebileceğini kabul etmiyordu.
hapishane ancak serseriler, köylüler ve aşağı tabakadan insanlar içindi; bir
hilmi bey'in oğlu, adam öldürse bile, onlarla bir tutulamazdı. değil böyle
mahkûm olacağı şüpheli kimseler, on beş seneye mahkûm edilmiş eşrafzadeler
bile, cürümlerinin cezasını çok kere yarı yarıya evlerinde çekiyorlardı.
hapishanede kaldıkları zamanlar, valinin veya bir adliye müfettişinin nadir
ziyaretine münhasırdı. bazen aksi bir karakol kumandam veya hapishane müdürü
geliyor, birkaç gün, o da kendini göstermek ve göz
yıldırmak için, sertlik yapıyor, fakat bazı mahpusların dışardaki
akrabaları gelip kendisiyle konuştuktan sonra, her şey eski şekline avdet
ediyordu. zaten ilk yapılan sertlik de, bir "pahalıya satılmak"
manevrasından başka bir şey değildi.
135
bu saatlerin bir daha geri gelmeyeceğini, karanlık bir his,ikisine
birden tekrar edip duruyor ve aynı zamanda, saadetleriningölgesiz olması için,
dimağlarının bu andan başka hiçbir şeylemeşgul olmaması lazım geldiğini onlara
fısıldıyordu. ikisi de nebir saat önceyi, ne de bir saat sonrayı düşünüyorlardı.
bütünhislerden ve düşüncelerden daha kuvvetli olan ve insanı hayatındaancak
birkaç defa idaresi altına alan tabii ve hâkim bir duyguşimdi ikisini de
avucunun içine almıştı. bu anda etraflarındakiağaçlar, karşılarındaki deniz
kadar bu kuvvete ta-biydiler. bir teküzüntüleri, bir tek istekleri yoktu. hatta
her istediğine nailolanların iç sıkıntısı da onlardan uzaktı. saadetin bu kadar
tamamve mükemmel oluşu ikisini de şaşırtmış gibiydi. o kadar ki,birbirlerine
söyleyecek tatlı sözler bile bulamıyorlar, sadece derinderin nefes alarak
gülümsüyorlardı. uzun135
müddet böylece bekleştiler. bir aralık muazzez'in başı yusuf unomzuna
düştü: uyumuştu. yusuf onu kollarına alarak arabayagötürdü.atlar bağlı
oldukları ağaçlara başlarını sürtüyorlardı; ayaklarınınaltındaki kuru çam
iğneleri kırıldıkça çıtırdıyor ve aşağıdoğru kayıyordu.iri ve yüksek çamların
yukarılarında kıpırdamalar oluyor, birsincap daldan dala atlıyordu.yaylı
arabanın boşluğa doğru uzanan oku hafif hafif sallanıyorve içinde bulunan iki
genç insanın nefesleri kuru ot ve keçekokularına karışıyordu.
151
böyle zamanlarda tarif edilmez bir hasret onları birbirine
çekerdi.etraflarına yabancı olduklarını hissettikleri nispette
birbirleriniararlar, bu kısa müddet esnasında içlerinde günlerce anlatmaktabitmeyecek
şeylerin toplanıp biriktiğini sanırlardı. halbukiilk fırsatta birbirlerini
arayıp bulunca ikisi de eski sükûtlarındadevam ederler, yan yana oturarak veya
ağaçların altında dolaşarakberaberliklerinin tarif edilmez saadetini
duyarlardı.konuşmaya ne lüzum vardı? bütün güzel laflardan ve hoşinsanlardan
sıkılan bu mahlukları, birbirlerinin sessiz mevcudiyeti,yorgunluk verecek kadar
doyuruyordu.birbirleri için ne kadar tabii ve lüzumlu iseler, etrafları için
okadar garip ve manasız olduklarını karanlık bir şekilde hissetmiyor
değillerdi. hislerinin şiddeti ve dünyalarının ayrılığıcihetinden yapayalnız
olduklarını, birbirlerine söylemeden biliyorlarve bunun uzun zaman devam
etmesinin ne dereceye kadarmuhtemel olduğunu korku ile düşünüyorlardı. hiçbir yerdenöğrenilmiş
olmayan ve tabiatın henüz kendisine bağlı bulunanlarauyanık tuttuğu bir his
onlara, hayatın bütün kalaba-ğından vemüşterek yürüyüşünden ayrılmanın
dehşetini fısıldıyordu. bununiçin, ancak her şeyle alakalarını keserek kendi
dünyalarınadöndükleri zaman rahat ediyorlar, muhitle temasta bulunmayamecbur
olunca fena hissikablelvukuların altında ezilmeyebaşlayarak sıkılıyorlar ve
kaçmak istiyorlardı.
183
ve sadece hatıralar, iki insanıbirbirine bağlayacak kadar kuvvetli
değildi