
faşizm hor görüdür,buna karşılık horgörünün her türü politikaya girdimi faşizmi hazırlar ya da kurar. faşizmin kendi kendini yadsımadıkça, başka bir şey olamayacagınıda eklemek gerekir.
devlet "aygıtla" yani fetih ve baskı mekanizmalarının bütünüyle özdeşleşir. yurt içine yönelen fethin adı probaganda yada baskıdır, dışarıya dogru yöneltilince orduyu yaratır. böylece bütün sorunlar birer askerlik sorunu durumuna getirilmiş, güç ve etki terimleriyle kurulmuştur. politikayıda yönetimin temel sorunlarınıda başkomutan kararlaştırır.strateji konusunda yadsınamaz olan bu ilke sivil yaşamda da genelleştirlmiştir. tek önder, tek halk,tek efendi milyonlarca köle demektir. bütün toplumlarda özgürlügün güvencesi olan ara kurumların yerlerini ya sessiz yada(aynı şey) "slogan"lar haykıran kalabalıklar üzerinde egemen olan çizmeli bir "yehuda"ya bırakır.önder ile halk arasına bir uzlaşma yada aracılık örgütü degil,"aygıt" yani baskı aracı olan parti yerleştirilir. böylece bu düşük gizemciligin ilk ve tek ilkesi, yoksayıcılık dünyasına bir putatapıcılık ve bayagı bir kutsallık getiren "führerprenzip" dogar.
çünkü yaşamak kendi başına bir değer yargısıdır. soluk almak yargılamaktır.
öyleyse birey tek başına, savunmak istediği değerin kendisi değildir. bu değeri oluşturmak için, en azından bütün insanlar gerekir. başkaldırıda, insan başkasında kendini aşar.
insanlar herkeste herkesçe benimsenen, ortak bir değere dayanamıyorlarsa, insan için insan anlaşılmaz kalıyor demektir.
insanlık koşulu genelleştirilmiş ölüm cezasıyla tanımlanırsa, başkaldırı, bir bakıma, onunla çağdaştır.
köle adalet istemekle başlar, krallık istemekle bitirir işi.
doğaya başkaldırmak kendi kendimize başkaldırmakla birdi. başını duvarlara vurmaktır. o zaman tutarlı olan biricik başkaldırı intihardır.
ruh, zindanda, boyun eğiş aktöresi olmayacak bir aktöre kuracak ölçüde güçlüyse, bir buyuruculuk aktöresi kurar çoğu zaman.
yok etme serbestliği yok edenin de yok olabilmesini içerir.
ölüme ve haksızlığa duyulan kin, kötülüğü öldürmeyiuygulamaya almasa bile savunmaya götürür insanı.
başkaldıran insan, kendini suçsuz bulduğundan, kötülükle savaşmak için iyilikten vazgeöer ve kötülüğü yeniden yaratır.
yalnız çığlık yaşatır insanı; coşku gerçek yerini tutar.
her şey kımıldar, hiçliğe koşar, ama alçalmış kişi dayatır ve hiç değilse gururu ayakta tutar.
birey, yaratık olarak, yaratıcıya karşıt olamaz.
gerçek acımanın acısını çeken kişi için kurtuluş yoktur.
insan, var olmak için, “yapmaya” karar vermelidir.
devrimci olmak için inanılacak hiçbir şey yokken, hâlâ bir şeylere inanmak gerekir.
ayaklanan insan bencillikleri ancak kendi bencilliği birleştirdiği ölçüde, birleştiği sürece uyuşacaktır öteki insanlarla. tek varlığı olan var olma istediğini yatıştıracaktır yalnızlıktadır gerçek.
insan kendisini boğan düğümler arasında ölmek istemiyorsa, onu bir vuruşta kesip atması, kendi değerini kendi yaratması gerçektir.
dünya çarkı durup da insan var olana evet dediği zaman, öğleye ermiş özgürlük vardır. ama varolan oluşur.
başkaldırmış şiir, on dokuzuncu yüzyıl sonu ile yirminci yüzyıl başında bu iki uç; yazın ve güç sistemi, usdışı ve ussal, umutsuz düş ve dizginsiz eylem arasında gidip gelmiştir hep.
adaletsizliği adaleti yerleştirerek düzeltemeyince, hiç değilse en sonunda yok oluşla birleşen, daha geniş bir adaletsizlik için içinde boğmayı yeğ tutar insan.
kendi kendimizden nefret etmemiz için, suçsuz olduğumuzu bildirmemiz gerekirdi, bu da yalnız kişi için olanaksız bir gözü pekliktir; kendi kendini tanıması bunu engeller.
her deha aynı zamanda hem benzersiz, hem de bayağıdır.