7 Mart 2013 Perşembe

pieta / kim ki-duk


"acı bizi birleştiren şey. acı her yerde ve hepimiz onunla yüzleşmeliyiz" (zeki demirkubuz)

gang-do içeri girmesine engel olmak için sertçe kapatılan kapının arasında kalan elinden dolayı hiç acı duymaz. annesi rolünü yapan ve öz oğlunu kaybeden kadın da gang-do'nun evine girerken kapatılan kapı arasında kalan elini hissetmez. ikisini de birleştiren acı, ikisini de bir ölüden farksız hale getiren ve en sonunda ikisini de öldüren veya 'birleştiren' acıdır. 
filmin sonlarına doğru kazılmış mezarda, uzanmış üç kişi yan yana. iki ölü bir diri. anne, oğul ve gang- do.

yine kahramanımız, öldürmeyen ama süründüren vahşi kapitalizmin vücut bulmuş halidir. işçilerden biri gang-do'nun gelişi ile sakat bırakılmaya hazır olduğunu söyler. ve gang-do ile yangın merdiveninde beraber şehri izlerken, tüm bu salaş atölyelerin yıkılıp yerine yüksek binaların yapılacağından bahseder. gang-do merdivenlerden aşağı inerken, adamın merdivenlerden yukarı çıkar. kamera uzaktan çeker bu sahneyi. adam kendini atar, kamera bu sahneyi çekmez sadece adamın düşüş sesini duyarız gang-do ile beraber. sinematografik doyuruculuğun zirvede olduğu sahnelerdendir.

güney koreli yönetmen kim ki-duk’un on sekizinci filmi olan “acı” 69. venedik film festivali’nde altın ayı ödülünü alan bu filmde yönetmen, merhamet-intikam ikilemini sarsıcı bir biçimde yansıtıyor.filmin orijinal adı “pieta“, ingilizce’de “compassion”, türkçe’de “merhamet, şefkat, acıma” anlamına geliyor. ayrıca “pietà”, michelangelo‘nun vatikan’daki st. peter bazikilası’nda sergilenmekte olan eserinin de adı. filmin bazı sahneleri, anne-oğul ilişkisi bakımından göndermede bulunduğu bu heykelde meryem ana, oğlu isa’nın ölü bedenini taşıyor.


"ölüm nedir ki? sigorta şirketi ile annenin dert ettiği meseledir. "
"para nedir ki? para, her şeyin başı ve sonu. sevgi, onur, şiddet, öfke, nefret, kıskançlık... intikam...ölüm."

4 Mart 2013 Pazartesi

yeraltı / zeki demirkubuz

muharrem: hepiniz benim hakkımda aynı şeyleri düşünüyor olabilirsiniz. bunu anlarım. ama hepinizden tek bir kişiymiş gibi bahsetmeniz, kafamı karıştırıyor! laflarımı hanginize bakarak söyleyeceğim konusunda sıkıntı yaşıyorum. onun için herkes kendi adına konuşursa daha iyi olacak. hem bunların da kendilerine ait bir düşünceleri olabilir! sürekli "biz" "biz" deyip durursan o zaman nasıl söyleyebilsinler ki!
cevap gelmediğine göre, senin dediğin olacak herhalde. peki, o zaman konumuza dönelim. sizin nasıl insanlar olduğunuzu sanıyormuşum ben!?

cevat: valla muharrem... özlemişiz seni be... iyi ki gelmişsin. neyse... konumuza dönersek, bizim nasıl insanlar olduğumuz meselesine yani, boş ver be muharrem, siktir et bunları. ne sanıyorsak sanalım. ne değişecek ki?

muharrem (içinden konuşur): herşey tahmin ettiğim gibi en düzeysiz ve bayağı şekilde ilerliyordu. ama unuttukları başka şeyler vardı.

---

cevat: dostoyevski "gerçek, her şeyin anasıdır ve üstündedir" der. "zavallı egolarımızın bile..." hadi bakalım muharrem efendi! neymiş yıllarca yüzüme haykırmak istediğin şey!

muharrem: dostoyevski "gerçek, her şeyin anası değil babasıdır" der. ama çok da önemli değil. söylemek istediğim şeye gelince; herkesin hatta bu yalakaların bile bildiği bir şey olduğuna göre öyle haykırmama gerek yok. sen bir hırsızsın! hem de hırsızın en önde gideni! önüne gelen herşeyi cebine indiren adi bir yankesicisin! söylemek istediğim işte bu! yoksa notçu, fortçu! hepsi lafın boku!

muharrem (diğerlerinin yüzüne dönerek onlara seslenir): öyle değil mi yalakalar? niye söylemiyorsunuz düşüncelerinizi? niye çekiniyorsunuz? muharrem (kendi içinde kendine seslenir ve tüm bu diyalogları aslında kendi kafasından geçirmektedir: diyemedim tabii. hiç birşey söyleyemedim!

"dünyanın en aşağılık düzeni karşımdaydı. artık dayanamıyordum. yüzlerine bile bakmadan hemen kalkıp gitmeliydim. "


gecenin sonuna doğru...
cevat'ın yalakalarında biri muharrem'i şöyle takdim eder "susun! nietzsche hazretleri konuşma yapacak!"

"sevgili generalim cevdet bey! pardon, cevat bey ve kadirşinas yalakaları!
şunu iyi bilin ki; gösteriş budalası insanlardan, gösterişli laflardan, gösterişin kendisinden hiç hoşlanmam! bu, bir...
kibirden, kendini beğenmişlikten, "bütün bu dağları ben yarattım" havalarından, süslü kişiliklerden nefret ederim! bu, iki...
yalakalardan, yalakalıktan, yalakaca edilmiş laflardan ve davranışlardan da nefret ederim! bu, üç...
dördüncüsü... gerçeği, içtenliği ve samimiyeti çok severim. ve dostoyevski'nin dediği gibi: gerçeğin, her şeyin üstünde, zavallı egoların bile üstünde tutulmasını isterim.
arkadaşlığın, karşılıklı, açık sözlü ve yalansız olanı için canımı veririm! evet buna bayılırım sayın generalim!
arkadaşlık, hassaslık ve incelik isteyen bir iştir! öyle kabalığa, özensizliğe, alaycılığa gelmezzz!

yine de şerefinize sayın generalim! güle güle gidin istanbul'a... o kahpe bizans'ı bizim için fethedin! oradan da sürün atınızı, batıya... viyana'ya... nobel'di, oscar'dı ne bulursanız getirin ankara'ya!şerefinize sayın generalim! şerefinize!"

" hayatım boyunca unutamayacağım bu rezillikleri düşündükçe bıçak gibi bir sızı kalbime saplanıyor, utançtan gebermek istiyordum."

---

"hiç birini adam yerine koymadığımı göstermekte kararlıydım"