12 Ocak 2013 Cumartesi

sürgün ülkeden başkentler başkentine / sezai karakoç


i


gelin gülle başlayalım şiire atalara uyarak
baharı koklayarak girelim kelimeler ülkesine
dünya bir istiridye
dönüşelim bir inci tanesine
dünya bir ağaç
bir özlem duvarı
bülbül sesine
şair
gündüzü bir gül gibi
akşamı bülbül gibi
sarıp sarmalayan öfkesine

anılar demirden alçısı zamanın
şair kollarını çarmıha geren
ve mısralar boyu kireçleşen
gençlik hayalleri
ah eski kemik ah eski deri
ve kemikle deri arasına gerilen
ruhumun şenlik günleri
ah eski kemik eski deri
yenilgi sanılan zafer saatleri

banane paris'ten
avrupa'nın ülkü mezarlığından
moskova'dan londra'dan pekin'den
newyork
bütün bu türedi uygarlıklar umurumda mı
birazcık romayı hesaba katabilirim
ama roma
kendi kendini inkar edip durmakta
buz gibi eriyerek
bir kokakola
veya bir votka bardağında



ii

gelin gülle başlayalım atalara uyarak
baharı koklayarak girelim kelimeler ülkesine
bir anda yükselen bir bülbül sesi
-erken erken karlar ortasında
güneş dönmüş ışık saçan bir yumurta-
bana geri getirir eski günleri
paslanmış demir bir kapı açılır
küf tutmuş kilitler gıcırdarken
ta karanlıklar içinde birden
bir türkü gibi yükselirsin sen
fısıldarım sana yıllarca içimde biriken
söyleyemediğim ateşten kelimeleri
şuuraltım patlamış bir bomba gibi
saçar ortalığa zamanın
ağaran saçın toz toprağını
bana ne paris'ten
newyork'tan londra'dan
moskova'dan pekin'den
senin yanında
bütün türedi uygarlıklar umurumda mı
sen bir uygarlık oldun bir ömür boyu
geceme gündüzüme
gözlerin
lale devrinden bir pencere
ellerin
baki'den nefi'den şeyh galib'den
kucağıma dökülen
altın leylak

iii

ölüler gelmiş çitlembikler sarmaşıklarla
tırmanmışlar surlarıma burçlarıma
kimi ırmaklardan yansıma
kimi kayalardan kırpılma
kimi öteki dünyadan bir çarpılma
içi ölümle dolu
dönen bir huni
doğarken güneş
kesilmiş ölü yüzlerden
bir mozayik minyatürlerden
dokunur tenimize
soğuk bir azrail ürpertisiyle ay
ve birden senin sesin gelir dört yandan
menekşe kokulu sütunlardan
komşu dağlardaki nergislerden leylaklardan
gözlerine ait belgeler sunulur
ey aşkın kutlu kitabı
uçarı hayallere yataklık eden
peri bacalarının yasağı
gönlümün celladı acı mezmur
bana bıraktığın yazıt bu mudur
ölüm geldi bana düğün armağanın gibi
senden bir gök
senden yıldızlar ördüler
ateş böcekleri
o gece dört yanıma
ey bitmeyen kalbimin samanyolu destanı
sen bir anne gibi tuttun ufukları
ve çocuklar gülle anne arasında
seninle güller arasında
tuhaf bir ışık bulup eridiler
çocuklar dağ hücrelerinde erdiler
aramızdaki sırra
bir de ay ışığında büyüyen fısıltılar
gençlik monologları
seni alıp kaybolmuş zamanın çağıltısından
bana getiren
yasamız vardı
öfkeyle yazardın sen bir yüzüne
ölür ölür okurdum öbür yüzünde ben

iv

senin kalbinden sürgün oldum ilkin
bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği
bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında
sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
af dilemeye geldim affa layık olmasam da
uzatma dünya sürgünümü benim
güneşi bahardan koparıp
aşkın bu en onulmazından koparıp
bir tuz bulutu gibi
savuran yüreğime
ah uzatma dünya sürgünümü benim
nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil
ayaklarımdan belli
lambalar eğri
aynalar akrep meleği
zaman çarpılmış atın son hayali
ev miras değil mirasın hayaleti
ey gönlümün doğurduğu
büyüttüğü emzirdiği
kuş tüyünden
ve kuş sütünden
geceler ve gündüzlerde
insanlığa anıt gibi yükselttiği
sevgili
en sevgili
ey sevgili
uzatma dünya sürgünümü benim

bütün şiirlerde söylediğim sensin
suna dedimse sen leyla dedimse sensin
seni saklamak için görüntülerinden faydalandım salome'nin belkıs'ın
boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikarsın bellisin
kuşlar uçar senin gönlünü taklit için
ellerinden devşirir bahar çiçeklerini
deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini
ey gönüllerin en yumuşağı en derini
sevgili
en sevgili
ey sevgili
uzatma dünya sürgünümü benim

yıllar geçti saban olumsuz iz bıraktı toprakta
yıldızlara uzanıp hep seni sordum gece yarılarında
çatı katlarında bodrum katlarında
gölgendi gecemi aydınlatan eşsiz lamba
hep kanlıca'da emirgan'da
kandilli'nin kurşuni şafaklarında
seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında
şimdi onun birdenbire gelen sonbaharında
sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
af dilemeye geldim affa layık olmasam da
ey çağdaş kudüs (meryem)
ey sırrını gönlünde taşıyan mısır (züleyha)
ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi
sevgili
en sevgili
ey sevgili
uzatma dünya sürgünümü benim

dağların yıkılışını gördüm bir venüs bardağında
köle gibi satıldım pazarlar pazarında
güneşin sarardığını gördüm konstantin duvarında
senin hayallerinle yandım düşlerin civarında
gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında
ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda
verilmemiş hesapların korkusuyla
sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
af dilemeye geldim affa layık olmasam da
sevgili
en sevgili
ey sevgili
uzatma dünya sürgünümü benim

ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır
yoktan da vardan da ötede bir var vardır
hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
o şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
sendan ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır
sevgili
en sevgili
ey sevgili

8 Ocak 2013 Salı

öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna / nilgün marmara




bir karga bir kediyi öldüresiye bir oyuna davet ediyordu.
hep böyle mi bu?
bir şeyden kaçıyorum bir şeyden,
kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum,
kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer.
kafatasımın içini, bir küçük huzur adına aynalarla kaplattım,
ölü ben'im kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden!
paniğini kukla yapmış hasta bir çocuğum ben.
oyuncağı panik olan sayın yalnızlık kendi kendine nasıl da eğlenir.
niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına.

niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına
niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına?
"öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna" bir çocuk demiş.

stalker / andrey tarkovski


“çoktan farketmiş olmalısınız ki, o bu dünyadan değil. tüm civar ona güldü. tam bir beceriksizdi, acınacak halde görünürdü. annem, “o bir iz sürücü, ebedî bir mahkûm!.. iz sürücülerin ne tür çocukları olduğunu bilmiyor musun?”derdi.  ben onunla tartışamazdım bile.  onun ebedî bir mahkûm olduğunu ben de biliyordum. ve çocuklarını… ama ne yapabilirdim ki? onunla mutlu olacağıma emindim. çok acı çekeceğimi de biliyordum elbette. ama, gri, sıkıcı bir hayata sahip olmaktansa keskin bir mutluluk daha iyidir. belki… sonra tüm bunları düşündüm. ama sonra bana yaklaştı ve dedi ki: “benimle gel.”  gittim ve hiç pişman olmadım. asla!  çok acı çektik…  çok korku ve utanç yaşadık. ama hiç pişman olmadı ve kimseyi kıskanmadım. bu sadece bizim yazgımız, hayatımız. işte bu biziz. ve talihsizliklerimiz olmasaydı, daha iyi durumda olamazdık. kötü olurdu. çünkü o durumda, hiç mutluluk olmazdı. ve hiç umut kalmazdı. senin gözlerini seviyorum, canım arkadaşım, onların oyunu çok tutkulu ve parlak, yukarıdaki sana ani bir bakış gönderdiğinde, ve cenneti uçuran aydınlık gibi, sondan sona kadar her şeyi alırdı. ama benim hayran olduğum bundan fazlası: süzgün gözlerin aşk uyandıran ateşin patlamalarında. ve kirpiklerin içinden hızla gider arzunun sıkıcı ve kasvetli çağrısı…”


“evet. haklısın. ben berbat birisiyim. bu dünyada iyi hiçbir şey yapmadım. bundan sonra da yapamam. karıma bile hiçbir şey veremedim. bir tane arkadaşım bile yok. ama bana hakkımı vermen gerekiyor! onlar zaten her şeyimi deminki yıkık boruda elimden aldılar. yani, benim her şeyim işte burada. anlıyor musun? burada! bölge’de! mutluluğum, özgürlüğüm, kendim saygım, hepsi burada! buraya benim gibi umutsuz ve ıstıraplı insanları getiriyorum. hiçbir şey için umudu kalmamış olan insanları! ve onlara yardım edebiliyorum! edebiliyorum! onlara başka kimse yardım edemez! sadece ben, işte bu pislik! yardım etmekten öyle mutu oluyorum ki ağlamak istiyorum. ve hepsi bu. başka bir şey istemiyorum”

göğe bakma durağı / turgut uyar


ikimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
bebe dişlerinden güneşlerden yanab otlarından
durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
şu aranıp duran korkak ellerimi tut
bu evleri atla bu evleri de bunları da
göğe bakalım

falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
inecek var deriz otobüs durur ineriz
bu karanlık böyle iyi afferin tanrıya
herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
beni bırak göğe bakalım

senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
seni aldım bu sunturlu yere getirdim
sayısız penceren vardı bir bir kapattım
bana dönesin diye bir bir kapattım
şimdi otobüs gelir biner gideriz
dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
bir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin
seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
durma kendini hatırlat
durma göğe bakalım

merhamet


"ben diyorum ki; her fert başucuna 'suçlu benim herkes suçsuz' levhasını asmalıdır. ben diyorun ki; yegane kurtuluşumuz herkesin herkesi affetmesindedir. daha ötesi kanunların sorumluluğuna girer. ama görüyorum ki anlatamıyorum. hissediyorum ama anlatamıyorum. çocuk 'ağlayabilsediniz anlayabilirdiniz' dedi. ağladıkça anlıyorum. ağladıkça anlıyorum. artık bütün mantık hesaplarımı kaybettim. hem de öylesine kaybetim ki amerikada bir cinayet işlense de dünya çapında bir ses sorsa katil kim? benim diye haykırabilirim.soğuk kış geceleri köprü altında yatan çıplakların vebali benim boynumda gömleğimin yakasında. isterse çareme adli tıp baksın fakat bir hastaneye girsem de kankanseri çeken hastalar görsem acaba onları bu hale ben mi getirdim diye düşünüyorum. ben ne yaptım uykuda, baygınlıkta,annemin karnında,babamın kanında, hangi cinayeti işledim, hangi mukaddesi kirlettim ki, kendimi gelmiş gelecek bütün fenalıkların tek sorumlusu biliyorum. dışımda ne arıyorlar, içime doğru suçluyum ben.birde kalkmış belki kendimden birine, ondan öbürüne geçer bi merhamet yangını çıkar bütün ülkeyi sarar diye tımarhanelik bir hayalin peşine düşmüş gidiyorum. reis beyefendi ceketim benimdir. cep ceketime aittir. eroin de o cebin malıdır. ben suçluyum, bana acımayın reis beyefendi bana acımak merhamete haksızlık olur." (reis bey / necip fazıl kısakürek)
******

"hakiki mutluluğa acıdan uzaklaşılarak varılamamaktadır. sevinçlerin tek yaptığı isteklere yalan söylemektir. sevinçler, sadece ve sadece acının çok kısa bir süre için uzaklaştıkları anlardan ibratettir. iyilik, merhamet ve cömertliğin yaptığı şey, yalnızca bir süreliğine acıları dindirmektir. zaten bu duyguları tetikleyen şey de yabancı acıların farkına varmaktır. başkalarının çektiği, yaşadığı acıları fark eden kişi, ancak iyiliğe, merhamete ve cömertliğe başvurur. iyi diye tabir edilen bu duygular, aslında acıdan doğar. buradan da anlaşılıyor ki saf sevgi, doğada merhamet olarak vuku bulur." (merhamet / arthur schopenhauer)

everybody knows / leonard cohen


everybody knows that the dice are loaded
everybody rolls with their fingers crossed
everybody knows that the war is over
everybody knows the good guys lost
everybody knows the fight was fixed
the poor stay poor, the rich get rich
thats how it goes
everybody knows

everybody knows that the boat is leaking
everybody knows that the captain lied
everybody got this broken feeling
like their father or their dog just died



herkes biliyor, zarların hileli olduğunu
herkes parmaklarını çapraz yapar yuvarlarken
herkes biliyor, savaşın bittiğini
herkes biliyor, iyi adamların kaybettiğini
herkes biliyor, dövüşün hileli olduğunu
fakirler fakir kalir, zenginler zenginleşir
hep böyle gider
herkes biliyor

herkes biliyor, geminin su aldığını
herkes biliyor, kaptanın yalan söylediğini
herkeste bu buruk duygular
sanki babaları ya da köpekleri ölmüş gibi