22 Aralık 2021 Çarşamba
akılla bir konuşmam oldu / ömer hayyam
sana soracaklarım var, dedim;
sen ki her bilginin temelisin,
bana yol göstermelisin.
yaşamaktan bezdim, ne yapsam?
birkaç yıl daha katlan, dedi.
nedir; dedim bu yaşamak?
bir düş, dedi; birkaç görüntü.
evi barkı olmak nedir? dedim;
biraz keyfetmek için
yıllar yılı dert çekmek, dedi.
bu zorbalar ne biçim adamlar? dedim;
kurt, köpek, çakal makal, dedi.
ne dersin bu adamlara, dedim;
yüreksizler, kafasızlar, soysuzlar, dedi.
benim bu deli gönlüm, dedim;
ne zaman akıllanacak?
biraz daha kulağı burkulunca, dedi.
hayyam'ın bu sözlerine ne dersin, dedim:
dizmiş alt alta sözleri,
hoşbeş etmiş derim, dedi.
7 Haziran 2021 Pazartesi
taş parçaları / birhan keskin
III
madem arkandan ağlamamı bile çok gördün bana
al bu taşlar senin olsun...o halde ve bundan böyle
bütün davullar vursun, telleri kopsun sazların
boşluğa bağırsınlar, birlikte;
kan kusacağız.
kan kusacağız.
madem dünya bunca zalim
madem yakışmıyor kalbimize.
bütün davullar gümlesin
boşluktan gelen, boşluğu dolduranı
boşluğa böğüreni
vursunnnn.
bak! nasıl kan kusuyor külde uyuyan
dünya görsün.
VI
ben seni hep sevgilim ben seni hep
yüzünden geçen dalgalardan okudum.
ellerine sevgi okudum gözlerine şefkat okudum
annen seni inkar etmişti
aldım etime dokudum.
V
Yanmamı bekleme benden
Ben ne çok yandım, biliyorsun.
Yanamam ben yanamam
yanamam küllerim uçuyor.
Rüyamda sapladığın jiletler etimde
Kanamıyor acımıyor.
Acımıyor
Bu dünya buz, bu buzzzzz
zzzzzzzzzzzda
Hiçbir şey acımıyor.
Bunlar yalan,
Yalan söylediklerim
Yalan söylediklerin
Bunlar ancak dünyaya yakışıyor.
Küldüm ben zaten
Küldüm zaten küldüm zaaaateeeen
Kalmışsa eğer
Külün içinde şimdi insanım
uyanıyor.
Dünya görsün şimdi.
Bembeyazzzz
dünyaaaaaaaaaaaa
Yoluna baş koyup buzzzdaaaaaaa
Kan kusanı.
VII
Dünya ne ki sevgilim,
Benim sana yaptığım kubbe yanında?
Düşsün, olsun, bırak,
içinde yıldızlar patlıyor.
Kolaydır inanmak kadar inanmamak da.
İster sal kendini dünyaya, ister kal yanımda
Her şeyden öte öyle sevdim ki ben seni
Yoluna baş koymak diyoruz
Biz barbarlar buna.
VIII
Kırdım, evet, o yalan mekânı kırdım
Çıksın diye ortaya
Çırrrrrrrıııllçıpplaaaaaaak:
Sen benim yuvamsın
Yuvanım ben senin.
IX
Beni bilmediğim bir dünyaya attı...
Bir cümlem yok, darrrrğğmadaaaaaaanıım, bundan.
Bir düşümüz vardı, "birlikte yaşamak" koymuştuk adını,
çok acıyor, belki bundan. Aşkî bir cümle mi bekliyorsun benden.
Beklemeeeeeeee.
Mutfakta reçel yapan iki kadın. Kırmızı biberleri filan.
Rüzgâr alan biraz tepe bir yer. Bakınca, iki yandan
uffffffffffffuk filan.
Dünya yuvarlak değil de hafif elipsmiş gibi.
kaldı ki iki kadın, dünyanın yuvarlağını zaten anlamayan.
böyle. kendime inandığım gibi inanmıştım ona da.
aşk olanın ötesinde bir aşktan söz etmek, aaaaaaah
bir inançtı desem.
bu kadar dağılmam kendimi şimdi
bu dünyaya fırlatılmış gibi hissetmem, bundan.
ne söylememi bekliyorsunhava aldıkça sızlayan bir diş var içimde.
susmam bundan, konuşmam bundan.
ben zaten o ilk acıyla ölmediğimde çok gücenmiştim hayata.
insan olmuştum ilk o zaman.
ya da bozmuşlardı ben yenidoğandan.
kendimi acıya teslim ettiğimde hatırladım,
ölünmüyordu, hatırladım.
ölünmüyoooooorrrrrrrrrrrdu.
XI
acı çekerken de adil ol, diyor bana.
adil ol. sen değil misin inanan
hayatın büyük bir kader olduğuna,
kaderi yönlendirmek bile o büyük kader' in
içindedir filllllllllllan.
o yüzden şimdi adil ol.
sus. söyleme böyle şeyler! adil ol.
inanmıyorsun değil mi?
beni bilmediğim bir dünyaya attı,
diyyyyyyyorum.
diyorum ki,
sözde kalır her şey. sözzzzzzzzde kalıyor.
bir de bana adil ol, diyorsun.
X
ey duymayan insanı,
ey hayat dedikleri büyük kusur.
...
ey kimselere değişmediğim
ayrılığın neden bunca ağır?
hani adalet?
bir kasım' dan öteki kasım' a
bir yanım kör bir yanım sağır.
XV
ben başka bir şey olmak istememmm
istemedim başka şey.
sabırla sevgilim sabırla
acılarımız eşitlensin bu şehirde
diye diye.
bu şehirde etten geçip kalbe erişene
dek sabırla. tek, sabırla.
kaç kişi var bu şehirde
ruhunu sana kubbe,
kubbeeeeeeeeeeeeeeeee
etmiş!
XIV
büyük keder içerirmiş, gördüm, anladım
etten geçip aşka varanın sevgisi.
bunun yanında sevgilim bunun yanında
etin ihaneti, kısaca
hiçbir şeydir.
XII
şimdi bir masaldan bir peri
sessizce dinlesin beni,
alsın yorgun başımı
alsın cümlemi
usulca kalbine koysun.
benim cümle taşıyacak halim
yooooooğğğğğğğ.
XXXI
Katlanan, insanın birbirine yapışan yaralarından
bir yuva inşa etmektir aşk da, varla yok arasından
Ve ahşabı kemiren de ahşaba dahildir,
değil dışarıdan.
Beyhude insanın yuva arayışı ama
yine de yuva arar insan.
dışarısı sevgilim, dışarısı senin
kendini sürekli kaçak kılacağın yollardan başka nedir?
yollar ki hep gider, hep yatay.
ah ben bu kubbe fikrine o yüzden
takılmışım; kubbe ki yüzseksen derece bir şey,
büyük bir arzuyla mümkün.
gayret' in bildiğimiz ve unuttuğumuz anlamıyla örülen.
XVI
in ordan, in ordan
innnnnnnnn, diyor bana
zamanın ensesinden.
ay adalet' ten söz eden zalim
şimdi bi dur, düşün:
ev ki, en büyük mahremiyetti
kimdi vuran, kimi, en mahreminden?
XVIII
en acısını sevgilim en acısını
tadayım istedin:
en acısı buydu.
XVII
omurgamı aldın benim.
omurgamı aldın.
omurgamı aldın.
omurgamı.
niye?
XIX
Varla yok arasındayım
Varla yok arasındayım
Hep, varla yok arasındaydım.
Zaten.
Ben bilmedim ki
niye teyelliyim, niye?
Varla yok arasında
Varla yok arasında
Elimde bir kırık testi
Elimde bir kırık testi
Nereye bırakayım!
XX
Gitmek mi yitmektir kalmak mı artık bilmiyorum
yerini yadırgayan eşyalar gibiydim ya ben hep
ve inançlı, gitmenin bir şeyi değiştirmediğine.
bilemem, belki bu yüzden
ben sana yanlış bir yerden edilmiş
bir büyük yemin gibiydim.
beni hep aynı yerimden yaralayan o eve
yine de döneyim döneyim istedim.
XXI
ah benim sesimle
söylesem de, inanmazlar
benzemiyor çünkü bir dile.
döndüğüm, döndüğüm ama döndüğüm
döndüğüm bu sema sensin. dönnnnnnnnn
düğüm.
sen benim kara ömrüme vuran
suyumu harelendiren sevincimdin.
XXXV
onu sevebileceğinin en yücesiyle sevdin.
titreme daha fazla kalbim.
bağışla kendini artık onu da
bırak gitsin.
bırak gitsin.
o senin en ezel gününden kaderin
sen onu nasılsa bin kere daha
seveceksin.
XXII
günler öylece kendi kendine geçsin diye
bir camın arkasında durdum
bana dokunmasın hiçbir şey
hiçbir şey yarama merhem olmasın
iyileşecekse, hiçbir şeysiz iyileşsin diye
bir camın arkasında durup
akan hayata ve zaman baktım.
bilirdim, biliyordum, biliyorum,
bittiğinde, geçtiğinde,
azaldığında sızı, iyileştiğimde,
o saman tadıyla karıştığında;
her şey daha acı olacak.
XXXIII
ne sanıyorsun?
ne sanıyorsun?
benim olan artık
senin de kaderin:
dağbaşı,
oradaki yaralı ıssızlık.
XXIII
biz iyileşmeyiz diyor ilhan
biz iyileşmeyiz bunu bil, diyor.
biliyordum: ağırdı
biliyordum: çok ağrıdı
biliyordum: adım adım
...
ben seninle sevgilim
mutsuz ama bahtiyardım.
XXIV
bir masal
bir taş ağırlığında olabilir mi?
olurmuş meğer.
birlikte bir masala inanmak istedim
ben seninle, sadece bu.
sen beni tek
tek
tek
bıraktın.
benim artık taş taşıyacak,
taş kaldıracak, taş atacak
halim mi var!
XXV
evet kara bir ömür bu benimki.
kara bir toprak.
gerçekle değil, hakikatle değil,
kalbimin aklıyla kurduğum
kara bir ömür.
yalnız değilim, biliyorum
binlercesi var, onbinlercesi vardı.
kara bir ömürle buradan geçen.
sen bundan böyle
gerçeğin yan yana getirilmiş
yamalarıyla yaşayacaksın.
ben çoktan çıvdırılmış bir şeydim
sevgilim.
XXVII
gözlerimde bir çita oturuyor birazdan deppppp
parrrrrrrrrrrrrrrrrr.
içimdeki çilekeş fuji' yi tırmanıyor sana
eski bir mektuptan gözlerime yağma
dünyanın bütün neonları yanıyor sönüyor
ve bir fotoğraf iki jiletle paramparça.
bir su aygırı kadar yaralıyım dünyadan
anlıyor musun?
içimde uzağa bakan bir zürafa var
hayat orda burda her yerde kaynıyor.
birazdan öleceğim, içeceğim su nerde?
XXX
kar şiddetle rüzgârla büyük bir kırgınlıkla
vardı gece yarısı dağlarına. gelemem artık yanına.
ben kaybettiğime ağlayayım sen kaybettiğine ağla
XXVIII
ömrümü adadımdı.
elimden aldığın ve parçaladığın şey bu!
adaletin adını neden anmıyorsun burada da?
o yüzden büyük yaram
o yüzden büyük öfkem
o yüzden dinmiyor
içimde hepsi, hınca hınç.
hıncahıııııııııııınnnnnç.
XXVI
o kadar uzun yol geldik ki seninle
şimdi, sen ayrı ben ayrı olan o yolu
nasıl yürüyeceğiz?
(biz seninle yoldayken
yanımızdan ovalar, ağaçlar; titreşen
rüzgârlar akmıştı. bir yolumuz olduğunu,
yol kazalarını, yol yorgunluğunu
o zamanlar biliyor muyduk?)
XXXII
ömrü gurbette geçenler gibiydim senin yanında
duymadın mı, çok söyledim?
o uzun gurbette,
ben senin "adalet" diye diye nasıl unufak olduğunu
gördüm.
göre göre, duya duya,
yine de bigâne olarak her şeye.
bilmedin ki; ben senin gurbetinde delirmemek için
kalbimin aklıyla ördüğüm bir yıldızlı kubbede
yaşadım.
tecellinin içinde ecel durur sevgilim, görmedin mi?
adaletin içinde bir zalim oturur.
XXIX
sonra, çoook sonra, bu parçaların sonunda
sen beni kızını çok seven
bir anne olarak hatırla.
ben ki hiç kavuşamamıştım sana.
XXXXII
ve huzurla, içerde bir yumuşak ışık
dışarda dağların etrafını saran kızıllık vardı.
durmak için dünyanın dışında iyi bir sebep
ve bir ana enstrüman;
incecik bir müzikle piyanonun tuşlarına vuran.
yüzünde yeryüzünü gördüğüme duyduğum bir şükran.
her şeyin sertliğini gömen ve uyutan bir kış,
sen ki, de ki grand teton' a kar yağdı.
o karın ortasında önümüzden bir nehir
karla karışık akardı.
sarartma beni
sarartma beniiiiiiiiiiiiiiiiiii..sarartma.
XXXXIII
fazla insansın sen sevgilim fazla insan
bir barbarım ben oysa, bir hayvan
dilim bağışlamaktan söz eder benim
seninki adalet ve intikam.
söylemeye gerek var mı sevgilim
söylemeye gerek var mı şimdi
yetiştirdiğim en iyi nişancı vurdu beni
klimanjaro' nun karları sevgilim
klimanjaro' nun karları
innnniiiiiyor aşağı.
XXXIV
birini seviyorsan onu öldürme! demek kolay
oysa her âşık önce kendine sonra yanındakine cellat.
ve aşkta ölümün bir anlamı vardır, görklü kılınan
bozulsun diye im
her ateş önce yanını yoklar sevgilim.
bundan böyle ne vakit bir yangından artakalan
isle kararmış bir şair gölgesi görsen
başıboş, duran, susan, içinden yanan:
ya da bir kızkardeş, ağlayan kekliğine,
uzak ve göğsüne klarnet sesiyle dolaşan.
XXXVI
bunca zaman sonra, neden ona dokunmadığımı
neden çekmediğimi silahlarımı kınından
olanı biteni kalbime koyup kendimi çektiğimi
soruyorsan...
ona dokunmadıysam,
dokunmadıysam tek bir sebepledir...
bir barbar ancak eşitine dokunur.
XXXVII
akan sokaklarda yan yatmış otlara benziyorum
rüzgârla yana savrulan dallara.
aşk için ihanetle vuran aşk aşkm'ola?
ah ciğerimin köşesi, kavrula kavrula
kopuyor gönülbağım, sen bağla.
XXXXI
Bir nefeslik can kalsaydı sana üflerdim canımdan
Diyecekler; çok yüksekti ondaki zindan
Görmeli, eline almalı, sıvazlamıydın, öğretemeden
Yazgına kanat ol kol ol diyemeden ayrı düştüysem senden.
Buna yanarım çok, en çok buna yanarım inan.
Onaramazdım kırdığım yerleri
Onaramazdın kırdığın yerleri
Son bir nefesle sana sarıldımdı.
En acısı buydu.
En acısı buydu.
XXXIX
aşk iki kişi arasında asla eşitlenmeyendir.
ben bir divan şairi değilim ki sevgilim
sana bercesteler düzeyim
yine de giderayak, gözlerine, ellerine, ayaklarına
tutulmuşluğumu herkes bilsin isterim.
ben bu çıldırmış vaktin, ben bu yılan zamanının
paramparça edilmiş şairiyim.ne diyeyim!
yine de içimde, çooook eskiden kalma bir
ya leyl...ya leyyylllllllllle
bir çöl gecesine ismini bırakayım.
XXXVIII
bir dalda iki kiraz gibi
aşk ile öfke arasında
yanayana,
dursun bu aşk. aşk, mola!
ey yaban!
ayaklanacağım
ayaklanacağım!
dizlerimin bağını bağla.
XXXX
sözde kalır sevgilim
sözde kalır bütün sözler
aşk çünkü, aşk çünkü kendine
bir yol, bir ideoloji ister.
bilirim, çöl rüzgârında çalıdır bazı yaşlar.
sen sevgilim ilerde, biraz daha ilerde
bir tarihe başlayacaksın, orası işte
benim tarihimle başlar.
ve say, geriye doğru, tek tek
sende kalsın şimdi al bu taşlar.
24 Mayıs 2021 Pazartesi
Kitlelerin Dehası / Charles Bukowski
KİTLELERİN DEHASI
Ortalama insanda
herhangi bir günde herhangi bir orduya
yetecek kadar ihanet,
nefret, şiddet
ve saçmalık vardır.
Ve cinayet konusunda en becerikliler,
cinayet karşıtı vaaz verenlerdir.
Ve nefreti en iyi becerenler,
sevmeyi vaaz edenlerdir.
Ve son olarak;
savaşı en iyi becerenler,
barış vaazı verenlerdir.
Tanrı'yı vaaz edenlerin,
Tanrı'ya ihtiyacı var.
Barış vaaz edenlerin,
huzuru yok.
Sevgiyi vaaz edenler,
sevgisizdirler.
Vaaz edenlerden sakının.
Bilmişlerden sakının.
Durmadan kitap okuyanlardan sakının.
Yoksulluktan nefret edenlerden,
ya da gurur duyanlardan sakının.
Övgü göstermekte hızlı davrananlardan sakının.
Karşılığında övgü beklerler.
Sansürlemekte hızlı davrananlardan sakının.
Bil medikleri şeylerden korkarlar.
Sürekli kalabalıkları arayanlardan sakının;
Tek başlarına bir hiçtirler.
Ortalama erkekten,
ortalama kadından sakının.
Sevgilerinden sakının.
Sevgileri vasattır,
vasatı aranır dururlar.
Ama nefretleri dahiyanedir.
Nefretleri seni beni,
herkesi öldürebilecek kadar dahiyanedir..
Yalnızlığı istemezler.
Yalnızlığı anlamazlar.
Kendilerinden farklı herşeyi yoketmeye çalışırlar.
Sanat yaratamadıklarından,
sanatı anlayamazlar.
Yaratma başarısızlıklarını,
dünyanın beceriksizliğine yorarlar.
Kendileri tam sevemedikleri için,
senin sevginin eksik olduğuna inanırlar.
Ve senden nefret ederler.
Ve nefretleri
parlak bir elmas,
bir bıçak,
bir dağ,
bir kaplan,
bir baldıranotu gibi mükemmeldir.
En usta oldukları sanattır nefret!
Charles Bukowski
( 1920 – 1994 )
1 Nisan 2021 Perşembe
otomatik portakal / anthony burgess

İyiliğin sebebini aradıkları yok, öyleyse niye tersini merak ediyorlar ki? Madem kimileri iyi insn olmayı seçiyor, madem bundan haz alıyor, onlara hayatta karışmam, kimse de bana karışmasın. Ama bana karışıyorlar. Üstelik kötülük bireye özgüür, sizlere, bana ve tek tabancalığımıza özgüdür vebizleri yaratan tanrı’dır, hemdegururla vekeyifle yaratmıştır. Ama birey olmayan şeyler kötülüğüne katlanamazlar, yani devle ve yargıçlar ve okullar kötülüğe izin veremezler
.. son kodes konasına göregiyinmiştim ve göğsümde, kalbimin hemen üstünde ve bir de sırtımd numara vardı, bu yüzden, gidip gelirken artık küçük kankanız alex değil de 6655321’dim.
..sadece iyilik yapabilen küçük bir makinesin. Ayrıca şu marjinal koşullamalar meslesinin… içyüzünü açıkça görüyorum. Müzik ve cinsellik, edebiyat ve sanat, artık bütün bunlar haz değil acı veriyor herhale.
.. ama asıl günah, temel hedefleri. seçim yapamayan biri insanlıktan çıkar.
29 Mart 2021 Pazartesi
1Q84
“mesele yaşla ilgili değil” demişti aomame de, kararlı bir ses tonuyla. “bu, yaşam tarzıyla ilgili. sürekli kendini koruma kararlılığı sergilemek gerek. saldırıya maruz kaldığında, karşındakinin merhametine sığınmayı kabul etmek, insanı bir yere götürmez. güçsüzlük duygusunu gerektiğinden çok kabullenmek insanı bitirir.
kasların adını kafasına kazımıştı. her bir kasın işlevini ve karakterini, nasıl geliştirileceğini ve gücünü sürekli kılmanın yollarını öğrenmişti. bedeni insanın kutsal tapınağıydı ve aomame’nin, bu kutsamanın azimle, güzellikle ve arı bir halde yapılması gerektiğine sarsılmaz bir inancı vardı.
hassas parmak uçları vardı. kimi insanların deha ölçüsünde müzik kulağına, kimilerinin yeraltındaki su damarlarını bulma yetisine sahip olmaları gibi, aomame’nin parmak uçları da vücut işlevlerini etkileyen hassas noktaları anında bulabiliyordu. bunu birilerinden öğrenmiş değildi. yalnızca doğuştan gelen bir yetenekti.
“şöyle bir söz var” dedi komatsu. “her sanat, her arzu, dahası her eylem ve arayışın iyiye doğru bir yöneliş olduğu düşünülür. o yüzden de, olguların yöneldiği hedefe bakarak iyi olanı doğru şekilde belirlemek mümkündür.” “bu ne şimdi?” “aristoteles. nikomakhos’a etik’ten. hiç aristoteles okudun mu?
aomame sık sık, kendi kendine bir insanın özgürlüğünün nasıl bir şey olduğunu sorardı. insan bir kafesten kurtulsa bile, çıktığında kendini bulduğu yeni yerin aslında daha büyük bir kafes olması olası mıydı acaba?
“yürekten sevdiğin bir insan varsa, bir kişi olsun yeter, hayatın kurtulmuş demektir. o seni sevmese bile.” ayumi bir süre aomame’nin sözlerini düşündü. “hata yaptıktan sonra pişman olmak noktasında aynı.” ikisi aynı anda güldüler. aomame konuşmayı sürdürdü. “fakat konu ister mönü olsun, isterse erkekler ya da başka bir şey, kendi tercihimizi yaptığımızı sanıyoruz, ama aslında hiçbir şeyi tercih ediyor değiliz. en baştan belli olan bir şeyi tercih ettiğimi sanıyoruz belki de. özgür iradenin var olduğunu düşünmek istiyoruz yalnızca. arada sırada bu düşünceler geçiyor aklımdan.” “eğer haklıysan, yaşam aslında karanlık bir yer demektir.” “belki de. “fakat birini yürekten seversen, o ne kadar rezil bir tip olsa da, seni sevmeyen biri olsa da, en azından yaşam cehennem olmaktan çıkar. biraz karanlık olsa bile.” “aynen öyle.” “fakat aomame” dedi ayumi, “düşünüyorum da, bu dünyada mantığa yer yok, empati de yetersiz.” “olabilir” dedi aomame. “fakat artık değiştiremeyiz.” “ürünü geri verme süresi çoktan geçmiş.” “fişini de atmışız.” “çok doğru.
madam da gülümsedi. “bildiğin gibi, ben çok titiz bir insanım. rastlantı, beklenti ya da şans gibi şeyleri dikkate almam. olasılıkları sonuna kadar inceler, başka hiçbir yol kalmadığına hükmettiğimde o yolu seçerim.
fukaeri ise, öğretmen’in yanında süt yalayan bir kedi yavrusu gibi, kakaosunu içmeye devam ediyordu.
benim anladığım kadarıyla, üstün bir bilgi donanımınız, derin bir entelektüel yönünüz, özgün bir dünya görüşünüz var.
İnsanların büyük çoğunluğu gerçeklere inanmak yerine, gerçek olmasını arzuladıkları şeylere inanırlar.
kadınların hali, hayali bir resmin eskizi gibiydi.
“fakat bu senin içindeki aşkın azalmasına neden olmuyor.” aomame yanıtladı. “tibet çarkıfeleği gibi. çark döndükçe değerler ve duygular azalıp artar. bir pırıl pırıl parlar, bir karanlığa gömülür. fakat gerçek aşk, çarkın merkezinde kımıldamadan kalır.
şikava, kısa boylu, kırklı yaşlarının ortalarında gösteren bir adamdı. göbeği sarkmış ve kocamandı, boynunun etrafında da yağlanmalar vardı. fakat yaşı konusunda tengo emin değildi. görüntüsünün özgünlüğü (belki de anormalliği) yüzünden yaşını gösterecek bir ipucu yakalamak güçtü. daha yaşlı da olabilirdi, daha genç de. otuz iki ile elli altı arasındaki herhangi bir yaşta olabilirdi ve bu aralıktaki hangi yaş söylenirse söylensin hiç de tuhaf kaçmazdı. dişleri bakımsızdı, sırtı da tuhaf bir açıyla kamburlaşmış gibi duruyordu. tepesi açılmış, hiç doğal durmayan bir biçimde dümdüz kelleşmiş, kalan saçları da çirkin bir görüntü almıştı. tepesindeki bu açıklık, dar, stratejik bir tepenin zirvesinde kurulan bir askeri helikopter pistini andıyordu. vietnam savaşı’yla ilgili bir belgesel filmde öyle bir şey görmüştü. açılmış tepesinin çevresinde inatla kalmayı sürdüren kalın, siyah dağınık saçları, gereğinden fazla uzamış, kulağını örtecek gelmişti. bu saç şekli herhalde 100 kişiden 98’ine apış arası tüylerini anımsatırdı. diğer iki kişinin ne düşüneceğini ise tengo kestiremiyordu.
amome, gerekli olduğunda kuralları kendinden daha önemli görerek hareket edebiliyorsun. ben hareket ediyorum. o sayede varım. kuralları, kendimden önde tutmam gerek. önemli olan bu aomame. benim varlığımın özünde olan şey, hiçlik değil. çorak, sonsuz bir boşluk değil. benim varlığımın merkezinde olan şey, aşk.
nezaket, son zamanlarda (belki de hep) dünyada eksikliği duyulan şeylerden biriydi.
“açıklanmadığı zaman anlayamıyor olman, ne kadar açıklanırsa açıklansın anlayamayacağın anlamına gelir.”
“yürekten bir adım bile dışarı çıkmamak gibi bir şey bu dünyada mümkün olamaz” diye tekrarladı lider, sakin bir ses tonuyla.
gölge, biz insanların iyicil varlıklar olmaya çalışmasıyla aynı ölçüde şeytani bir varlıktır. biz iyi, mükemmel ve üstün insanlar olmak için ne kadar çabalarsak, gölge de o ölçüde, karanlık, şeytani ve yıkıcı eğilimini keskinleştirir. insan kendi kapasitesini aşarak mükemmel olmaya çalışırken, gölge cehenneme inerek şeytan haline gelir. çünkü doğada insanın, kendisinden daha aşkın bir varlık olması, kendisinden daha aşağı bir varlık olması kadar ağır bir suçtur.
krem rengi toyota corona mark ıı’deki orta yaşlı çift, yüzlerinde ciddi bir ifadeyle önlerine bakıyor, bir kez bile konuşmuyorlardı. muhtemelen konuşacak bir şeyleri de yoktu. belki de bir şeyler konuştukları için o hale gelmişlerdi.
“kargalar zamanı düşünmüyorlardır. zaman kavramı herhalde yalnızca insanlara özgü.” “neden.” “insanlar zamanı bir çizgi gibi görürler, kendilerini hazırlarlar. uzun, dümdüz bir çubuğa belirli aralıklarla işaret koyar gibi. burası yakın gelecek, burası geçmiş, burası da şimdiki an şeklinde işaretler koyarlar. anlayabiliyor musun?” “sanırım.” “fakat gerçekte zaman düz bir çizgi halinde ilerlemez. hiçbir şekli de yoktur. her anlamda şekilsiz bir şeydir. fakat biz şekli olmayan şeyleri kafamızda canlandıramadığımızdan işimize geldiği şekilde düz bir çizgi gibi düşünürüz. kavramların yerini, içeriğini böyle başka şekillerde doldurmak şu an için yalnızca insanların yapabileceği bir şey.” “fakat yanlış yapıyor da olabiliriz.” tengo bir an bu sözü düşündü. “zamanı düz bir çizgi olarak algılamak mı yanlış?” yanıt yoktu. “elbette bu mümkün. biz yanlış yapıyoruzdur, karga doğrusunu. zaman asla düz bir çizgi halinde olmayabilir. burgulu, simit gibi bir şekli de olabilir” dedi tengo. “fakat insanoğlu belli ki on binlerce yıl öncesinden beri bu şekilde yaşamış. yani zamanı sonsuza kadar süren düz bir çizgi olarak kabul etmiş. bu temel algı üzerinden hareketlerini sürdürmüşler.
yine de bu onların tanrısı değil, benim tanrım. bu, benim kendi yaşamımı feda ederek, etimin doğranması, derimin yüzülmesi, kanımın emilmesi, tırnaklarımın sökülmesi, zaman, ümit ve anılarımın gasp edilmesi sonucunda edindiğim bir şey. görüntüsü ya da şekli olan bir tanrı değil bu. beyaz giysiler giymiyor, uzun sakalları yok. bu tanrı’nın, öğretisi yok, kitabı yok, kuralları da yok. ödülü olmadığı gibi, cezası da yok. hiçbir şey vermiyor, hiçbir şeyi gasp etmiyor. yükselecek bir cennet olmadığı gibi, içine yuvarlanılacak bir cehennem de yok. sıcak ya da soğuk, tanrı yalnızca orada bekliyor.
hisse oyunlarında sıra dışı bir deha sergilemişti. bu herkesin kabul ettiği gibi, tanrı vergisi bir dehaydı. yatırım şirketi onun sayesinde ani bir yükseliş göstermiş, kişisel serveti de iyice büyümüştü.
tolstoy’un ünlü sözünü biraz değiştirerek kullanacak olursak, mutluluk dediğimiz şey herkes için aşağı yukarı benzer bir şeydir, ama acı dediğimizşey herkes için farklı, ayrı bir acıdır.
“bunun da önemi yok. ateşlenmemesinin bir önemi yok. artık 20. yüzyılın sonuna yaklaştık. çehov’un yaşadığı dönemden çok farklı her şey. yollarda at arabaları yok, korse takmış kadınlar da yok. dünya nazileri, atom bombasını ve pop müziği gördü, buna rağmen bir şekilde bugüne ulaştı.
uzun, pürüzsüz parmaklar. üstelik güçlü bir öze sahip.
doğduklarından itibaren birileri tarafından gerçekten sevilmemiş, birilerini gerçekten sevmemişlerdi. birilerine sarıldıkları olmamış, birileri gelip onlara sarılmamıştı.
1 Şubat 2021 Pazartesi
ÖTEKİ
“bay golyadkin’in tam karşısında oturan kişi bay golyadkin’in korkusu, bay golyadkin’in utancı,bay golyadkin’in önceki geceki kâbusu, kısacası bay golyadkin’di.”
23 Ocak 2021 Cumartesi
beyaz kale / orhan pamuk
hayatın bir bekleyiş değil de, tat alınabilecek bir şey olabileceğini bu dört yılda öğrendim.."
Birbirimizi sonuna kadar tanımak yeterince çekici bir iş değil miydi? İnsanın, en küçük ayrıntısına kadar tanıdığı birisinin büyüsüne, korkulu bir rüyayı sever gibi kapılacağını ileri sürdüm.
insanın böyle güzel ve erişilmez bir şeyi ancak rüyasında görebileceğini düşündüm."
Yoksa, yıkım, insanların ve inançların farkına varmadan değişmesi anlamına mı geliyordu?
Belki de yıkım, ötekilerin üstünlüğünü görerek onlara benzemeye çalışmak demekti... "
"İstanbul'un güzel şehir olduğunu, ama insanın burada köle değil, efendi olması gerektiğini düşünürdüm."
Aptal oldukları için başlarının üstünde gezinen yıldızlara bakıp düşünmüyorlardı, aptal oldukları için öğrenecekleri şeyin önce neye yarayacağını soruyorlardı, aptal oldukları için ayrıntılara değil özetlere meraklıydılar, aptal oldukları için birbirlerine benziyorlardı...
"... hayatın bir bekleyiş değil de, tat alınabilecek bir şey olabileceğini bu dört yılda öğrendim.."
Yıkımdan imparatorluğun elindeki ülkeleri bir bir kaybetmesini mi anlıyorduk? Yoksa yıkım, insanların ve inançların farkına varmadan değişmesi anlamına mı geliyordu? Belki de yıkım, ötekilerin üstünlüğünü görerek onlara benzemeye çalışmak demekti.
Önceden belirlenmiş bir hayat olmadığını, bütün hikâyelerin aslında birer rastlantılar zinciri olduğunu birçokları bilir. Ama gene de, bu gerçeği bilenler bile, hayatlarının bir döneminde, geri dönüp ona baktıklarında, rastlantı olarak yaşadıkları şeylerin birer zorunluluk
olduğuna karar verirler.
Birbirimizi sonuna kadar tanımak yeterince çekici bir iş değil miydi? İnsanın, en küçük ayrıntısına kadar tanıdığı birisinin büyüsüne, korkulu bir rüyayı sever gibi kapılacağını ileri sürdüm.
"Alakamızı uyandıran bir kimseyi, bizce meçhul ve meçhulluğu derecesinde cazibeli bir hayatın unsurlarına karışmış sanmak ve hayata ancak onun sevgisiyle girebileceğimizi düşünmek bir aşk başlangıcından başka neyi ifade eder?"
...tuhaf ve şaşırtıcı olanı aramalıymışız; evet, dünyanın bu bıkkınlık verici sıkıcılığına karşı yapabileceğimiz belki de tek şey bu...
Ama, tuhaf ve şaşırtıcı olanı, dünyada aramalıymışız, kendi içimizde değil! Kendi içimizdekini aramak, kendi üzerimizde o kadar uzun boylu düşünmek mutsuz edermiş bizi...