21 Temmuz 2020 Salı

saatleri ayarlama enstitüsü / ahmet hamdi tanpınar



kadehlerimiz ellerimizde gittik. bu artık filânın veya falanın tasavvuru değildi. tabiatı eşyanın ta kendisi idi. caz alabildiğine bir zeybek tutturmuştu. ve kızım biraz evvel baldızımın marifet gösterdiği yerde, yani salonun ortasında, karşısında van humbert, dünyanın en garip, en akıl almaz zeybeğini oynuyorlardı. etraf sadece göz olmuş onlara bakıyordu. biz de bir müddet van humbert’in havada acemi acemi sarkan kollarına, yere indikten sonra güçlükle kalkan dizlerine baktık. halit ayarcı yavaşça kulağıma:

- burada ben de pes! derim, diye mırıldandı.

dünyanın en harika ailesinin reisi idim. ve bu haysiyetle deminden beri bana çapkınca dirseğini çarpan karıma aynı şekilde cevap verdim. halit bey ilâve etti:

- nasıl, hoşunuza gitti değil mi? babalık gururunuzu bir tarafa bırakın, sadece kadınlarımızın bu muvaffakiyeti muazzam iş değil mi? böyle bir şeyle karşılaşacağınızı ümit eder miydiniz?

ben bir gözüm kızımın van humbert’in hantal ve alabildiğine geniş vücuduna yaptırdığı acayip ve tehlikeli cambazlıklarda:

- imkân mı var? dedim. hayalime bile gelmezdi. hele kızım zehra’nın...

- hakkınız var... bu kadar süratli terakki, görülmemiş şey...

- yalnız biraz da bilselerdi. meselâ kızım hakikaten zeybek oyununu bilseydi, baldızım demin tepindiği zıkkımdan biraz anlasaydı. büyüğü sandalye ile avize kırar gibi besteleri harap etmeseydi....

halit ayarcı çok terbiyeli bir şekilde esnedi:

- yine aynı mesele... dedi. daha doğrusu hep aynı mesele! aziz dostum, siz şifa kabul etmez bir gayrimemnunsunuz... bu işlerde bilmek ikinci derecede kalır. yapmak vardır, sadece yapmak!.. sonra kendi kendine konuşur gibi ilâve etti:

- bilgi bizi geciktirir. zaten ne sonu, ne de gayesi vardır. mesele yapmak ve yaratmaktadır. bilselerdi, bilselerdi... fakat bilselerdi bunu yapamazlardı. bu heyecana, bu icada, bu kendiliğinden bulmağa erişemezlerdi. bilgileri buna mâni olurdu. kızınız bu geceyi yarattı. ne ile? yaratma kabiliyetiyle... çünkü yaratmak, yaşamanın ta kendisidir. biz yaşayan, yaşamayı tercih eden insanlarız. siz istediğiniz kadar somurtun!

- ben somurtmuyorum, düşüncemi söylüyorum...

- kendinize saklayın o düşünceyi de, şu karşınızdaki harikulâde manzaraya bakın!

ahmet hamdi tanpınar (saatleri ayarlama enstitüsü, s. 325)



hayri irdal: "ben mi realist değilim!realist olmasaydım size vak'ayı böyle anlatabilir miydim? size baldızım hakkında en ufak bir ümitle bahsettim mi?hiç bir tarafını değiştirdim mi?en ufak bir halini methettim mi?ben öyle sanıyorum ki herşeyi olduğu gibi görenlerdenim.hatta fazla realistim, rahatsız edecek kadar..."


halit ayarcı:" realist olmak hiç de hakikati olduğu gibi görmek değildir.belki onunla en faydali münasebetimizi tayin etmektir.hakikati görmüşsün ne çıkar? kendi başına hiçbir manası ve kıymeti olmayan bir yığın hüküm vermekten başka neye yarar? istediğin kadar uzatabileceğin bir eksikler ve ihtiyaçlar listesinden başka ne yapabilirsin? bir şeyi değiştirir mi bu? bilakis yolundan alıkor seni.kötümser olursun, apışır kalırsın,ezilirsin.hakikati olduğu gibi görmek...yani bozguncu olmak...evet bozgunculuk denen şey budur, bundan doğar.siz kelimelerle zehirlenen adamsınız, onun için size eskisiniz dedim.yeni adamın realizmi başkadır."







"...
- aziz dostum, dedi, zavallı aziz dostum! yahut zavallı ben! çünkü asıl zavallı benim bu işte. bir türlü size iyi niyetimi anlatamıyorum. beni bu kadarcık olsun anlamalıydınız! size rol filan yaptıran yok. emrivaki de yok. sadece hürmet eden, inanan insan var. tasavvurlarımı tabii hayatınız şeklinde yaşamanızı istiyorum. evvelden haber versem hürriyetinizi ihlal etmiş olurum. asıl o zaman rol yapmış olurdunuz... sokağa çıktığınız zaman kime tesadüf edeceğinizi bilmediğiniz gibi, bu gece de olacakları bilmiyordunuz. geldiniz, gördünüz ve karşılaştığınız şeyleri hepimiz birden yaşadık. burada emrivaki yok ki!

- amma bir yanlış yapabilirdim, her şey berbat olurdu.

- yapsanız ne çıkardı? hata denen şey yoktur ki zaten... iyi anlayın! farz edin ki hakikaten bir yanlış yaptınız! oradan yürürüz ve doğruya çıkarız. hata denen şey, tashih etmek budalalığında bulunanlar için mevcuttur. bizim için değil... biz onun varlığını kabul ettiğimiz andan itibaren her türlü hatanın üstündeyiz. hayır, hayri bey, hayır, yanlış yoktur ve olamaz da. bütün mesele bir vaziyeti iyi hazırlamaktır. ve insana itimattır..."

yine aynı mesele… dedi. daha doğrusu hep aynı mesele! aziz dostum, siz şifa kabul etmez bir gayrimemnunsunuz… bu işlerde bilmek ikinci derece kalır. yapmak vardır, sadece yapmak!.. sonra kendi kendine konuşur gibi ilave etti: -bilgi bizi geciktirir. zaten ne sonu, ne de gayesi vardır. mesele yapmak ve yaratmaktır. bilselerdi, bilselerdi… fakat bilselerdi bunu yapmazlardı. bu heyecana, bu icada, bu kendiliğinden bulmağa erişemezlerdi. bilgileri buna mâni olurdu. kızınız bu geceyi yarattı. ne ile? yaratma kabiliyetiyle… çünkü yaratmak, yaşamanın ta kendisidir. biz yaşayan, yaşamayı tercih eden insanlarız. siz istediğiniz kadar somurtun!