7 Kasım 2015 Cumartesi

genç werther'in acıları / goethe



















bir melek! - tuu! bunu kendi sevdiği hakkında herkes söyler, değil mi? yine de, onun nasıl mükemmel olduğunu, niçin mükemmel olduğunu, sana anlatmaya muktedir değilim; yeter, bütün duyularımı tutsak etti.

hiçbir şey canımı, insanların, özellikle de her türlü sevince en fazla açık olabilecekleri yaşamlarının baharındaki genç kişilerin, birbirlerine eziyet etmelerinden, üç günlük ömürlerinde birbirlerine surat edip, israflarının bir daha yerine konamayacağını iş işten geçtikten sonra fark etmelerinden daha fazla sıkmıyor.

eyvah onlara ki, dedim, egemen oldukları bir kalbe karşı bu egemenliği, o kalbin kendi içinden uç veren basit sevinçleri gasp etmek için kullanırlar. dünyanın hiçbir armağanı, hiçbir lütfu, bir zalimin kıskanç huzursuzluğunun zehrettiği bir anlık zevkin yerini tutmaz.

gel, malchen, dedi sonra, çocuğun elinden tutup merdivenlerden indirerek, orada serin kaynakta yıkan, hemen, hemen, bir şey yok. - orada durup, küçüğün nasıl bir gayretle, sihirli kaynakta bütün kirlerin akıp gideceğine ve çirkin bir sakal bitmesi ayıbından kurtulacağına öylesine bir inançla ıslak ellerini yanaklarına sürdüğünü seyrettim; lotte'nin, yeter artık, demesine karşın, sanki çok yapmak az yapmaktan daha iyi olurmuş gibi, çocuk devam etti - yemin ederim, wilhelm, hiçbir vaftiz törenine daha fazla saygı duymadım, lotte yukarıya gelince, bir ulusu günahlarından arındıran bir peygambermiş gibi, ayaklarına kapanmak isterdim.

yok, kendimi aldatmıyorum! onun kara gözlerinde bana ve kaderime olan ilgisini okuyorum! evet hissediyorum ve kalbimin hislerine güveniyorum, beni - cenneti bu sözlerle ifade edeyim mi, edebilir miyim? - beni sevdiğini!
beni sevdiğini! –ve kendi kendime ne kadar değerli olduğumu, ne kadar- sana herhalde bunu söyleyebilirim, böyle bir anlayışın var seni– onun beni sevdiğinden beri, kendime ne kadar taptığımı!

bugün lotte'ye gidemedim, kaçınılmaz bir toplantı beni engelledi. neydi yapılması gereken? hizmetçimi ona gönderdim, sırf bugün onun yakınında olan bir insan etrafımda olsun diye. nasıl bir sabırsızlıkla onun dönüşünü bekledim, nasıl bir sevinçle onu karşıladım! utanmasaydım, başına sarılıp öpecektim.

güneş konunca, onun ışıklarını çeken ve geceleyin bir süre ışıyan bonon taşı varmış. bu oğlan da benim için öyleydi. lotte’nin bakışlarının, onun yüzünde, yanaklarında, ceket düğmelerinde ve abasının yakasında dolandığı duygusu, bütün bunları benim için öyle kutsal, öyle değerli kıldı! o an bu genci bin taler’e bırakmazdım. onun yanında o kadar iyi hissediyordum kendimi. –tanrı vere de buna gülmeyesin. wilhelm, iyi olduğumuz zaman hayal mi görüyoruz?

annemin beni faaliyet içinde görmek istediğini, söylüyorsun; bu beni güldürdü. şimdi de faal değil miyim? ve aslında hepsi bir değil mi: ha bezelye saymışım, ha mercimek? dünyada her şey bir rezilliğe çıkıyor ve kendi tutkusu, gereksinimi olmadan, başkaları istiyor diye, para ya da şan için çalışıp didinen bir insan budalanın tekidir.

insanın sonsuz mutluluğu olan şey, yine onun sefaletinin kaynağı olmak zorunda mıydı?

boşuna uzatıyorum kollarımı ona, sabahları, ağır rüyalardan ağarırken, beyhude arıyorum onu geceleri yatağımda, mutlu safiyane bir düş beni aldatınca, çayırda onun yanında oturup, binlerce öpücükle onu örtüyormuşumca.

hayal gücüm, doğa duygum yok ve kitaplardan iğreniyorum. kendi kendimizin eksiğiysek, o zaman her şey eksik oluyor. yemin ederim sana, salt gelecek günden bir beklentim, bir umut itkim olsun diye, sabah uyanınca bazen bir gündelikçi olmayı arzuluyorum. boynuna kadar evrakların içine batmış gördüğüm albert'e imreniyorum çok zaman ve onun yerinde olsam sanki keyfim daha iyi olurmuş sanıyorum.

ah, bu boşluk, burada göğsümde hissettiğim bu korkunç boşluk! - sık sık düşünüyorum: onu bir defa olsun, yalnız bir defacık şu bağra basabilsen, bütün bu boşluk dolardı.

dün ben giderken, elini uzatarak dedi: hoşçakal, sevgili werther! - sevgili werther! bana ilk defa sevgili diye hitab ediyordu ve bu iliğime, kemiğime işledi. kendi kendime yüz defa tekrarladım ve dün yatağa giderken kendi kendime her türlü şeyi konuşurken, birden şöyle dedim: iyi geceler, sevgili werther! sonra da kendime güldüm.

durup, gözlerini bana dikti. - werther, dedi, ruhumu delen bir gülümseyişle, werther, siz çok hastasınız, en sevdiğiniz yemeklere karşı koyuyorsunuz. - ondan koptum ve - tanrım! felâketimi görüyorsun ve bunu sona erdireceksin.

nedir insan, o övülmüş yarı tanrı! en fazla ihtiyacı olduğu yerde, gücü güdük değil mi? ve sevinçten uçsa da, üzüntüden batsa da, her iki halde de işte orada durdurulmuyor mu, yittiğini sandığı sonsuzluğun bolluğunda kör, soğuk bilince tekrar geri sürülmüyor mu?