22 Şubat 2015 Pazar

ben sana mecburum / atilla ilhan
















ben sana mecburum bilemezsin
adını mıh gibi aklımda tutuyorum
büyüdükçe büyüyor gözlerin
ben sana mecburum bilemezsin
içimi seninle ısıtıyorum.

ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
bu şehir o eski istanbul mudur
karanlıkta bulutlar parçalanıyor
sokak lambaları birden yanıyor
kaldırımlarda yağmur kokusu
ben sana mecburum sen yoksun.

sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
insan bir akşam üstü ansızın yorulur
tutsak ustura ağzında yaşamaktan
kimi zaman ellerini kırar tutkusu
bir kaç hayat çıkarır yaşamasından
hangi kapıyı çalsa kimi zaman
arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor
eski zamanlardan bir cuma çalıyor
durup köşe başında deliksiz dinlesem
sana kullanılmamış bir gök getirsem
haftalar ellerimde ufalanıyor
ne yapsam  ne tutsam nereye gitsem
ben sana mecburum sen yoksun.

belki haziran  da mavi benekli çocuksun
ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
belki yeşilköy'de uçağa biniyorsun
bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
belki körsün kırılmışsın telaş içindesin
kötü rüzgar saçlarını götürüyor

ne vakit bir yaşamak düşünsem
bu kurtlar sofrasında belki zor
ayıpsız   fakat ellerimizi kirletmeden
ne vakit bir yaşamak düşünsem
sus deyip adınla başlıyorum
içim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
hayır başka türlü olmayacak

ben sana mecburum bilemezsin.

21 Şubat 2015 Cumartesi

güzelliğin on para etmez / aşık veysel


güzelliğin on par'etmez
şu bendeki aşk olmasa
eğlenecek yer bulaman
gönlümdeki köşk olmasa

tâbirin sığmaz kaleme
derdin dermandır yâreme
ismin yayılmaz âleme
âşıklarda meşk olmasa

kim okurdu kim yazardı
bu düğümü kim çözerdi
koyun kurt ile gezerdi
fikir başka başk'olmasa

güzel yüzün görülmezdi
bu şak bende dirilmezdi
güle kıymet verilmezdi
âşık ve maşuk olmasa

senden aldım bu feryâdı
bu imiş dünyanın tadı
anılmazdı veysel adı
o sana âşık olmasa

20 Şubat 2015 Cuma

kara toprak / aşık veysel













dost dost diye nicesine sarıldım
benim sâdık yârim kara topraktır
beyhude dolandım boşa yoruldum
benim sâdık yârim kara topraktır

nice güzellere bağlandım kaldım
ne bir vefa gördüm ne fayda buldum
her türlü isteğim topraktan aldım
benim sâdık yârim kara topraktır

koyun verdi kuzu verdi süt verdi
yemek verdi ekmek verdi et verdi
kazma ile döğmeyince kıt verdi
benim sâdık yârim kara topraktır

âdem'den bu deme neslim getirdi
bana türlü türlü meyva yedirdi
her gün beni tepesinde götürdü
benim sâdık yârim kara topraktır

karnın yardım kazmayınan belinen
yüzün yırttım tırnağınan elinen
yine beni karşıladı gülünen
benim sâdık yârim kara topraktır

işkence yaptıkça bana gülerdi
bunda yalan yoktur herkes de gördü
bir çekirdek verdim dört bostan verdi
benim sadık yârim kara topraktır

havaya bakarsam hava alırım
toprağa bakarsam dua alırım
topraktan ayrılsam nerde kalırım
benim sâdık yârim kara topraktır

dileğin varsa iste allah'tan
almak için uzak gitme topraktan
cömertlik toprağa verilmiş hak'tan
benim sâdık yârim kara topraktır

hakikat ararsan açık bir nokta
allah kula yakın kul da allah'a
hakkın gizli hazinesi   toprakta
benim sâdık yârim kara topraktır

bütün kusurumuzu toprak gizliyor
merhem çalıp yaralarımı düzlüyor
kolun açmış yollarımı gözlüyor
benim sâdık yârim kara topraktır

her kim ki olursa bu sırra mazhar
dünyaya bırakır ölmez bir eser
gün gelir veysel'i bağrına basar

benim sâdık yârim kara topraktır

7 Şubat 2015 Cumartesi

bulmak / adil erdem beyazıt


bir an kayboldun gibi! yaşadım kıyameti
yoruldun ama buldun ey kalbim emaneti

yeniden su yürüdü dalıma yaprağıma
bir bakışın can verdi kurumuş toprağıma

çiçeğe durdu kalbim içtim parmaklarından
göz çeşmem suya erdi sevda kaynaklarından

bir aydınlık denizin sonsuz derinliğinde
yüzüyorum gözünün yeşil serinliğinde

bir ışık bir kelebek biraz çiçek biraz kuş
yeni bir ülke yüzün ellerimde kaybolmuş 

soluğum bir kuş gibi uçuyor ellerine
kapılıp gidiyorum saçının sellerine

gözlerinden göğüme sayısız yıldız akar 
bir gülüşün içimde binlerce lamba yakar 

bir kurtuluştur o an çağrılsa senin adın 
sesin ne kadar sıcak sesin ne kadar yakın 

tabiat bir bembeyaz gelinlik giymiş gibi
yüzüme kar yağıyor sanki elinmiş gibi

sensiz geçen zamanı belli yaşamamışım
sensizlik bir kuyuymuş onu aşamamışım

bir yol buldum öteye geçerek gözlerinden
işte yeni bir dünya peygamber sözlerinden

ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm
ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm

5 Şubat 2015 Perşembe

bu bahar aşka hazır / yılmaz erdoğan


her yağış bir başka kalkışmaya gönüllü
ve kim neye erse bu geçişte
bir tomurcuk bir gözyaşı mutluluk işte
her bahar arifesinde korkulu bir kimsesiz gecenin
aklım elim yüreğim kirişte hep biraz korku biraz yalan telefon
seslerinde

ya yine boş koridor ıslaklığıysa ve beton efesi
bütün fakir çocukluklarda

ama herşey sırasını beklerken
mukaddes bir kuytuda
senden umut kesenin hüzün kesesinde bir yavru
herhangi bir anne kadar kanguru

işte bahar işte sevda işte tomurcuk bir bakıma
ağzım mavi ıslaklığının uçurumunda
rüyayla gerçeğin arafında
hep iyinin aşkın tarafında

ve
değmediğim yerin kalmayıncaya
bu bahar sonsuza tomurcuklanmaya
ben sana sen çatlak bir anadoluyu kucaklamaya
bu bahar aşk için hazır
hazır vazgeçmeye
adının bile baş harflerinden
kayıtsız bir sarhoşluğun her gün erkenden sabah oluşundan
her şeyi biraz şakalaştıran bakışından
şakadan başka izahı olmayan bu kalp ağrısından

hazır bu bahar
akılsız ! bir yeşermenin şahane hasadına
hazır nur topu bir yaşama sevincini kundaklamaya

unutma baharda çiçek olan
meyvedir yaza 
bu erik tanesi bu şakacı bahar çiçeği
her dem taze kalsa

bu bahar hazır aşk için vazgeçmeye
adının bile baş harflerinden