23 Ocak 2014 Perşembe

phantom land / ez3kiel (ft angelique willkie)


you haunt my days and i
i wanna wish you away
you haunt my dreams and i
i wanna wish you away
you haunt my nights and i
i wanna wish you away
you haunt me weak and i

phantom land
you are my phantom land
phantom land
you are my phantom land

blue skies, the eyes over children
their sweet sips on their lips
faces filling every space
and then there are the magic ones
with their (?) off their hands
i'm longing for the choice to hear their voices,
then just to touch them

the candle burns and i
i wanna wish you away
my little heart idiot and i
i wanna wish you away
my angels let the other (?)
i wanna wish you away
take me i'm your ghost and i
i wanna wish you away

phantom land
you are my phantom land
phantom land
you're my sweet phantom land
you haunt my days and i
you haunt my dreams and i
you haunt my nights and i
you haunt me weak and i


3 Ocak 2014 Cuma

kosmos / reha erdem











film başlarken nerden geldiği belli olmayan bir meczubun bir kasabaya doğru kaçarcasına koştuğu görülür. ve film biterken aynı meczub nereye gittiği belli olmayan bir yere doğru yine kaçarcasına koşar. meczup kasabadan giderken değil, kasabaya gelirken ağlıyordur. dünyaya insanın çığlıklarla gözlerini açmasını hatırlatır.

battal’ın şehre ‘fırlatılmış’ veya ‘gökten inmiş’ gibi gelir. kasabaya ağlayarak koştuğu an varoluşun sıkıntısının başladığı an gibidir. çığlıklarla başlar bu an. yönetmenin derdi eğer ilahi olana göndermeler ise, o çığlıklar öz yurdundan* ayrı kalmış insanın çıkardığı yanık sestir.

“iyiyle kötünün cömertle cömert olmayanın başına gelen şey aynı… iyi adam nasılsa, suç işleyende öyle… yemin edenle yeminden korkan aynı birbiri gibi… hayatta, her şeyde bela şu ki; herkesin başına gelen şey aynı, hem de insanoğlunun yüreği kötülükle dolu ve ömürleri devamınca yüreklerinde delilik var ve sonra ölülere katılıyorlar. çünkü bütün yaşayanlarla beraber olan için ümit var, çünkü sağ köpek ölü aslandan iyi çünkü yaşayanlar biliyorlar ki ölücekler fakat ölüler bişey bilmez ve artık onlar için bir ödül yok çünkü onların anılması unutulmuş …”
'iyi de, kötü de insanın içinde, ikisi de insan için' diyen battal, iyi ve kötünün eşitliğinden dem vurur. hırsızlık yapar aynı zamanda hastalara şifa dağıtır. izafi bir kavram olarak ‘kötülüğü’ sorgulatır. “niye gözlerin şimşek çakıyor da ruhunu allah'a karşı döndürüyorsun. ve ağzından böyle sözler çıkarıyorsun? insan ne ki, temiz olsun?” diyerek kötülüğün, allah’a karşı sırtını dönenin düştüğü bir hastalık olduğunu îma eder. ‘allah insanı doğru yarattı ama insan düzeni bozdu’ ifadesiyle yaratılışında doğruluk olan insanın bozgunculuğu kendi elleriyle var ettiğini söyler. kur’an’da geçen ifadelere** benzer ifadelerdir.

neptün ile aralarındaki yakınlaşma, bağrışma ‘aşk’tır. kosmos aşk ister bir de bir bardak çay. kahve ahalisinin aşk isteminden anladığı ‘bunun canı karı istiyor’dan başka bir şey değildir. oysa kosmos gölgelerle değil asıllarla meşbu olma derdindedir. sol elinin başının altında olduğu, sağ elinin kendisini kucakladığı bir aşktır bu.

kosmos (battal) sıradan birisi değildir. kosmos’u hiç yemek yerken ya da uyurken görülmez. tek ihtiyacı çay ve kesme şekerdir. ‘size sarılmaya geldim’ der. belirsizliklerin, eksikliklerin, farklılıkların cem edilmiş hali görülür kosmos’da. anlaşılması güçtür.

final sahnesinde bir kare, filmin özetidir. bir tarafı gri olan, diğer tarafı beyaz olan bir gökyüzü ve yalpayarak yürüyen insan… karanlığın ve aydınlığın beraber olduğu bir gökkubbede, iyi ve kötü arasında savrulan insan.

kamera geçişleri, kullanılan mekânlar, ışık ve karanlık filme özel bir atmosfer yaratır. aynı zamanda bir ses mühendisi olan yönetmen, filmde en üst seviyelerde bir ses şöleni sunuyor. yer yer konuşmaları bastıran sert ve yalın sesler duyulur filmde. ses ve görüntü kalitesi izleyeni kendi atmosferine rahatlıkla çekecektir.

ayrıca, ‘yasak bölge’nin varlığı, gökten düşen cisim ve stalker’in çamura uzanışını hatırlatan battal’ın yüz üstü karda yere uzandığı sahne gibi sahneler ile filmde tarkovski’den izleri bariz bir şekilde görülmekte.


ben yetkili bir abi olsam, kosmos ve benzeri filmlerin izlenmesine eğitim müfredatlarında yer verirdim. kafası basan veletlerin film hakkında görüşlerini yazmalarını isterdim. ve ben tanrı olsaydım, reha erdem ve benzeri sanatçıları sorgusuz sualsiz “sen de katıl has kullarımın arasına ve onlarla beraber gir cennetime!” derdim.

-------------------
* cennet
** tin suresi

1 Ocak 2014 Çarşamba

offret / andrey tarkovski

baba ve oğlun uzakta bir yerde, zamanın en 'geniş' diliminde ağaç suladığı sahne ile başlar film. renkler öyle 'albenisiz'dir ki, gözleriniz alışamaz bir süre sahnelere. filmi tekrar tekrar izledikçe, 'küçük adam' ile uçsuz bucaksız yerdeki bir ağacı sulamayı, bisiklete binen ve nietszche'den bahseden doğa üstü olayları araştıran bir postacı olmayı, dünyada olup bitenler ile ilgili tüm bilgilere bir radyo ile erişmeyi isteyebilirsiniz. 

sanatın asıl amacının insanı ölüme hazırlamak olduğunu söyleyen tarkovzky, metafiziği fevkalade önemli bir konumda kabul eder. derin bir iç sezişle varlığı, perdenin öte yanını anlamlandırmaya, kendi iç dünyasına ışık tutmaya ve "yakarışın ta kendisi" dediği sanat ile tanrıda teselli, kurtuluş ve umut bulmaya çalışır. 

alexdanar, modern çağların bu baş döndüren bütün bu gelişmelerinin(!) dünyanın sonunu getireceğinden emindir. içlerinde en 'zayıf'ı olan evin hizmetçisidir kurtuluş ümidi. "sadece sev beni" der hizmetçiye. "zavallım benim ne yaptılar sana" diyen hizmetçi kız ile beraber yatakta havalandıklarını görürüz bir rüya sahnesinde. ayna filiminde benzer alegorik tablolar ile metafizik duygu ve düşünceler salıklar ekrandan ruha.

zarif bir çabanın ürünüdür sanat. alelade çekilmiş sahneler, rastgele dizilmiş görüntüler yığını değildir offret. ve öyle zannediyorum ki, tarkovzky bu filmle, insanın oğluna ithaf edebileceği şeylerin en güzellerinden birini ithaf etmiştir.













insan hep başkalarına karşı savundu kendini.
başka insanlara, doğaya karşı.
durmadan doğaya karşı güç kullandı.
sonuç: güce, şiddete, korkuya ve bağımlılığa
dayanan bir uygarlıktan başka bir şey değil.
"teknik ilerleme" dediğimiz şeyin...
bize getirdiği tek şey konfor oldu.
bir tür hayat standardı.
ve bir de gücü korumak için gereken
şiddet araçları. vahşiler gibiyiz!
mikroskobu, cop gibi kullanıyoruz.
hayır, yanlış.
vahşiler maneviyata daha çok önem veriyor!
(...)
hayat standardına gelince,
bir zamanlar bilge bir kişi...
gerekli olmayan şey günahtır demişti.
ve eğer bu doğruysa...
uygarlığımız baştan aşağıya
günah üzerine kurulmuş demektir.
korkunç bir uyumsuzluk edindik.
maddi ve manevi...
gelişmemiz arasında
bir dengesizlik söz konusu.
kütürümüz bozuk.
yani uygarlığımız.
temelde bir bozukluk var, oğlum."

sanırım şimdi anlıyorum
hiç kimseye bağımlı olmak istemiyoruz.
iki insan birbirini sevince...eşit sevmiyorlar
biri daha güçlü, diğeri daha zayıf oluyor
ve zayıf olan düşünmeden seviyor
hesapsızca...













(alexander kitaptaki resimlere bakar)

a: derinlik ve mahremiyet bir arada
inanılmaz
bir dua gibi
ve bütün bunlar kayboldu artık
dua bile edemeyiz
(…)
harika bir kitap
hiç hayatı boşa geçirdiğini düşündüğün oldu mu?
b: hayır, neden?
a: evet, bir zamanlar böyle bir duyguya kapılmıştım.
ama küçük adam doğduktan sonra
herşey değişti
bir anda olmadı tabi
yavaş yavaş o büyüdükçe
biliyorsun, ona cok bağlıyım
belki de biraz fazla bağlıyım
yine de içerlediğim bir şey var
kendimi hayata hazırlamıştım
daha yüksek bir hayata
felsefe, din, tarih, estetik okudum
sonunda bütün bunlar bana ayak bağı oldu
kendi irademle yaptım bunu
yine de mutluyum işte
bugün olduğu gibi.

"Ulu Tanrım, Göklerdeki Ulu Tanrım, adın mübarek olsun.İnayetin üzerimize olsun.Yalnız senin dediğin olur.Rızkımızı sen verirsin.Bizi kötülüklerden korursun. Cennet senindir. Güç, zafer senindir.Amin. Tanrım, bu korkunç zamanda bizi esirge.Çocuklarımın ölmesine izin verme.Dostlarımı, karımı, Victor’u, seni sevenleri ve sana inananları, kör oldukları için sana inanmayanları da esirge. Seni bir an bile düşünmeyenleri de. Çünkü onlar acının ne olduğunu hiçbir zaman bilmediler. Bu saatte, bütün umutlarını, bütün hayatlarını, bütün geleceklerini kaybettiler. Sana teslim olma fırsatını kaçırdılar.Yürekleri korkuyla dolu olanlar, sonlarının yaklaştığını hissedenler, kendileri için değil, sevdikleri için korkanlar, onları senden, yalnızca senden başka hiçkimse koruyamaz. Çünkü bu en son savaş.Savaşların en korkuncu. Bu savaştan geriye ne yenen ne de yenilen kalacak.Şehirler, kasabalar, ağaçlar, otlar, kuyulardaki sular, göklerdeki kuşlar yok olacak. Sahip olduğum her şeyi sana vereceğim. Çok sevdiğim ailemi vereceğim. Evimi yıkacağım. Küçük Adam’dan vazgeçeceğim. Dilsiz olacağım. Bir daha kimseyle konuşmayacağım. Beni hayata bağlayan her şeyden vazgeçmeye razıyım. Yeter ki sen, her şeyi eskisi gibi yap. Bu sabah ve dün nasılsa öyle yap. Beni hasta eden bu ölümcül hayvani duygudan kurtulmama yardım et. Evet, her şeyim senindir! Tanrım! Bana yardım et! Söz verdiğim her şeyi yapacağım."