“mesele yaşla ilgili değil” demişti aomame de, kararlı bir ses tonuyla. “bu, yaşam tarzıyla ilgili. sürekli kendini koruma kararlılığı sergilemek gerek. saldırıya maruz kaldığında, karşındakinin merhametine sığınmayı kabul etmek, insanı bir yere götürmez. güçsüzlük duygusunu gerektiğinden çok kabullenmek insanı bitirir.
kasların adını kafasına kazımıştı. her bir kasın işlevini ve karakterini, nasıl geliştirileceğini ve gücünü sürekli kılmanın yollarını öğrenmişti. bedeni insanın kutsal tapınağıydı ve aomame’nin, bu kutsamanın azimle, güzellikle ve arı bir halde yapılması gerektiğine sarsılmaz bir inancı vardı.
hassas parmak uçları vardı. kimi insanların deha ölçüsünde müzik kulağına, kimilerinin yeraltındaki su damarlarını bulma yetisine sahip olmaları gibi, aomame’nin parmak uçları da vücut işlevlerini etkileyen hassas noktaları anında bulabiliyordu. bunu birilerinden öğrenmiş değildi. yalnızca doğuştan gelen bir yetenekti.
“şöyle bir söz var” dedi komatsu. “her sanat, her arzu, dahası her eylem ve arayışın iyiye doğru bir yöneliş olduğu düşünülür. o yüzden de, olguların yöneldiği hedefe bakarak iyi olanı doğru şekilde belirlemek mümkündür.” “bu ne şimdi?” “aristoteles. nikomakhos’a etik’ten. hiç aristoteles okudun mu?
aomame sık sık, kendi kendine bir insanın özgürlüğünün nasıl bir şey olduğunu sorardı. insan bir kafesten kurtulsa bile, çıktığında kendini bulduğu yeni yerin aslında daha büyük bir kafes olması olası mıydı acaba?
“yürekten sevdiğin bir insan varsa, bir kişi olsun yeter, hayatın kurtulmuş demektir. o seni sevmese bile.” ayumi bir süre aomame’nin sözlerini düşündü. “hata yaptıktan sonra pişman olmak noktasında aynı.” ikisi aynı anda güldüler. aomame konuşmayı sürdürdü. “fakat konu ister mönü olsun, isterse erkekler ya da başka bir şey, kendi tercihimizi yaptığımızı sanıyoruz, ama aslında hiçbir şeyi tercih ediyor değiliz. en baştan belli olan bir şeyi tercih ettiğimi sanıyoruz belki de. özgür iradenin var olduğunu düşünmek istiyoruz yalnızca. arada sırada bu düşünceler geçiyor aklımdan.” “eğer haklıysan, yaşam aslında karanlık bir yer demektir.” “belki de. “fakat birini yürekten seversen, o ne kadar rezil bir tip olsa da, seni sevmeyen biri olsa da, en azından yaşam cehennem olmaktan çıkar. biraz karanlık olsa bile.” “aynen öyle.” “fakat aomame” dedi ayumi, “düşünüyorum da, bu dünyada mantığa yer yok, empati de yetersiz.” “olabilir” dedi aomame. “fakat artık değiştiremeyiz.” “ürünü geri verme süresi çoktan geçmiş.” “fişini de atmışız.” “çok doğru.
madam da gülümsedi. “bildiğin gibi, ben çok titiz bir insanım. rastlantı, beklenti ya da şans gibi şeyleri dikkate almam. olasılıkları sonuna kadar inceler, başka hiçbir yol kalmadığına hükmettiğimde o yolu seçerim.
fukaeri ise, öğretmen’in yanında süt yalayan bir kedi yavrusu gibi, kakaosunu içmeye devam ediyordu.
benim anladığım kadarıyla, üstün bir bilgi donanımınız, derin bir entelektüel yönünüz, özgün bir dünya görüşünüz var.
İnsanların büyük çoğunluğu gerçeklere inanmak yerine, gerçek olmasını arzuladıkları şeylere inanırlar.
kadınların hali, hayali bir resmin eskizi gibiydi.
“fakat bu senin içindeki aşkın azalmasına neden olmuyor.” aomame yanıtladı. “tibet çarkıfeleği gibi. çark döndükçe değerler ve duygular azalıp artar. bir pırıl pırıl parlar, bir karanlığa gömülür. fakat gerçek aşk, çarkın merkezinde kımıldamadan kalır.
şikava, kısa boylu, kırklı yaşlarının ortalarında gösteren bir adamdı. göbeği sarkmış ve kocamandı, boynunun etrafında da yağlanmalar vardı. fakat yaşı konusunda tengo emin değildi. görüntüsünün özgünlüğü (belki de anormalliği) yüzünden yaşını gösterecek bir ipucu yakalamak güçtü. daha yaşlı da olabilirdi, daha genç de. otuz iki ile elli altı arasındaki herhangi bir yaşta olabilirdi ve bu aralıktaki hangi yaş söylenirse söylensin hiç de tuhaf kaçmazdı. dişleri bakımsızdı, sırtı da tuhaf bir açıyla kamburlaşmış gibi duruyordu. tepesi açılmış, hiç doğal durmayan bir biçimde dümdüz kelleşmiş, kalan saçları da çirkin bir görüntü almıştı. tepesindeki bu açıklık, dar, stratejik bir tepenin zirvesinde kurulan bir askeri helikopter pistini andıyordu. vietnam savaşı’yla ilgili bir belgesel filmde öyle bir şey görmüştü. açılmış tepesinin çevresinde inatla kalmayı sürdüren kalın, siyah dağınık saçları, gereğinden fazla uzamış, kulağını örtecek gelmişti. bu saç şekli herhalde 100 kişiden 98’ine apış arası tüylerini anımsatırdı. diğer iki kişinin ne düşüneceğini ise tengo kestiremiyordu.
amome, gerekli olduğunda kuralları kendinden daha önemli görerek hareket edebiliyorsun. ben hareket ediyorum. o sayede varım. kuralları, kendimden önde tutmam gerek. önemli olan bu aomame. benim varlığımın özünde olan şey, hiçlik değil. çorak, sonsuz bir boşluk değil. benim varlığımın merkezinde olan şey, aşk.
nezaket, son zamanlarda (belki de hep) dünyada eksikliği duyulan şeylerden biriydi.
“açıklanmadığı zaman anlayamıyor olman, ne kadar açıklanırsa açıklansın anlayamayacağın anlamına gelir.”
“yürekten bir adım bile dışarı çıkmamak gibi bir şey bu dünyada mümkün olamaz” diye tekrarladı lider, sakin bir ses tonuyla.
gölge, biz insanların iyicil varlıklar olmaya çalışmasıyla aynı ölçüde şeytani bir varlıktır. biz iyi, mükemmel ve üstün insanlar olmak için ne kadar çabalarsak, gölge de o ölçüde, karanlık, şeytani ve yıkıcı eğilimini keskinleştirir. insan kendi kapasitesini aşarak mükemmel olmaya çalışırken, gölge cehenneme inerek şeytan haline gelir. çünkü doğada insanın, kendisinden daha aşkın bir varlık olması, kendisinden daha aşağı bir varlık olması kadar ağır bir suçtur.
krem rengi toyota corona mark ıı’deki orta yaşlı çift, yüzlerinde ciddi bir ifadeyle önlerine bakıyor, bir kez bile konuşmuyorlardı. muhtemelen konuşacak bir şeyleri de yoktu. belki de bir şeyler konuştukları için o hale gelmişlerdi.
“kargalar zamanı düşünmüyorlardır. zaman kavramı herhalde yalnızca insanlara özgü.” “neden.” “insanlar zamanı bir çizgi gibi görürler, kendilerini hazırlarlar. uzun, dümdüz bir çubuğa belirli aralıklarla işaret koyar gibi. burası yakın gelecek, burası geçmiş, burası da şimdiki an şeklinde işaretler koyarlar. anlayabiliyor musun?” “sanırım.” “fakat gerçekte zaman düz bir çizgi halinde ilerlemez. hiçbir şekli de yoktur. her anlamda şekilsiz bir şeydir. fakat biz şekli olmayan şeyleri kafamızda canlandıramadığımızdan işimize geldiği şekilde düz bir çizgi gibi düşünürüz. kavramların yerini, içeriğini böyle başka şekillerde doldurmak şu an için yalnızca insanların yapabileceği bir şey.” “fakat yanlış yapıyor da olabiliriz.” tengo bir an bu sözü düşündü. “zamanı düz bir çizgi olarak algılamak mı yanlış?” yanıt yoktu. “elbette bu mümkün. biz yanlış yapıyoruzdur, karga doğrusunu. zaman asla düz bir çizgi halinde olmayabilir. burgulu, simit gibi bir şekli de olabilir” dedi tengo. “fakat insanoğlu belli ki on binlerce yıl öncesinden beri bu şekilde yaşamış. yani zamanı sonsuza kadar süren düz bir çizgi olarak kabul etmiş. bu temel algı üzerinden hareketlerini sürdürmüşler.
yine de bu onların tanrısı değil, benim tanrım. bu, benim kendi yaşamımı feda ederek, etimin doğranması, derimin yüzülmesi, kanımın emilmesi, tırnaklarımın sökülmesi, zaman, ümit ve anılarımın gasp edilmesi sonucunda edindiğim bir şey. görüntüsü ya da şekli olan bir tanrı değil bu. beyaz giysiler giymiyor, uzun sakalları yok. bu tanrı’nın, öğretisi yok, kitabı yok, kuralları da yok. ödülü olmadığı gibi, cezası da yok. hiçbir şey vermiyor, hiçbir şeyi gasp etmiyor. yükselecek bir cennet olmadığı gibi, içine yuvarlanılacak bir cehennem de yok. sıcak ya da soğuk, tanrı yalnızca orada bekliyor.
hisse oyunlarında sıra dışı bir deha sergilemişti. bu herkesin kabul ettiği gibi, tanrı vergisi bir dehaydı. yatırım şirketi onun sayesinde ani bir yükseliş göstermiş, kişisel serveti de iyice büyümüştü.
tolstoy’un ünlü sözünü biraz değiştirerek kullanacak olursak, mutluluk dediğimiz şey herkes için aşağı yukarı benzer bir şeydir, ama acı dediğimizşey herkes için farklı, ayrı bir acıdır.
“bunun da önemi yok. ateşlenmemesinin bir önemi yok. artık 20. yüzyılın sonuna yaklaştık. çehov’un yaşadığı dönemden çok farklı her şey. yollarda at arabaları yok, korse takmış kadınlar da yok. dünya nazileri, atom bombasını ve pop müziği gördü, buna rağmen bir şekilde bugüne ulaştı.
uzun, pürüzsüz parmaklar. üstelik güçlü bir öze sahip.
doğduklarından itibaren birileri tarafından gerçekten sevilmemiş, birilerini gerçekten sevmemişlerdi. birilerine sarıldıkları olmamış, birileri gelip onlara sarılmamıştı.
29 Mart 2021 Pazartesi
1Q84
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)