· “fakat insan kendini bir şeylerle özdeşleştirerek yaşar” dedi oşima. “böyle yapmak zorundadır zaten. sen bile, farkında olmadan öyle yapıyorsundur. goehe’nin dediği gibi, dünyadaki her şey metaforlaran ibarettir.
· "insan kendisinin eksik bir parçasını bulmak umuduyla aşık olur. o yüzden de, aşık olduğu insanı düşünürken, az ya da çok hüzünlenir
· “fakat bu d majör sonatı’na kulak verdiğmide, orada insan yeteneğinin sınırlarını hissedebiliyordum. bir tür mükemmelliğin, aslında eksikliklerin üst üste yığılmasıyla ortaya çıktığını keşfediyorum. bu yaşama isteğimi güçlendiriyor. dediklerimi anlayabiliyor musun?”
· müzik sank bir girdap tarafından yutulup gitmişti. kulaklıklarımı çıkardığımda sessizlik yeniden üzerime çullandı. sessizlik kulaklarla duyulabilen bir şey. bunu da yeni öğreniyordum.
· puccini müziğinin nasıl desem, sonsuzluğun geriye doğru aktığı hissini uyandıran bir şeyler var.
· ayrımcılığa uğramanın nasıl bir şey olduğunu, ne kadar derin yaralar bıkaktığını, o ayrımcılığa maruz kalan dışında kimse anlamaz. acısı kişiye özeldir ve kendine özgü bir yarası vardır. o yüzden, iş eşitlik ve adaletistemeye geldiğinde, başkalarından aşağı kalacağımı sanmamç yalnız, çok daha fazla canımı sıkan şey, hayal gücünden yoksun insanlardır. t. s. eliout’un ifdesiyle ‘içi boş insanlar’. o hayal gücünden yoksun olduklarık kısmı, hissisz perdelerle örtmeye kalktıkları halde, kendileri bunun farkında olmadan ortalıkta doaşıp dururlar. sonra o hissizliklerini içi boş lalarla başkalarına dayatmaya kalkarlar.
· ben de on beş yaşımdayken özel bir dünyam olsun istemiştim, hiç kimsenin uzanamayacağı, zaman akışının durduğu bir yer."
"fakat bu dünyada öyle bir yer yok."
"haklısın. o yüzden ben de böyle yaşıyorum işte. yaralar almaya devam ettiğim, yüreğimin her gün biraz daha değiştiği, zamanın durup dinlenmeden akıp gittiği bir dünyada. "
· sembol ve anlam birbirinden farklı şeylerdir. o erhalde anlam ya da mantık gibi muğlak aşamalarına göz ardı edip şiirde olması gereken doğru sözleri elde etmeyi başarmış olmalı. haada uçan bir kelebeği kanadından usulca yakalar gibi, sanki bir rüyadaki sözcükleri yakalargibi. sanatçı dediğin, muğlaklığın üstesinden gelebilen insandır.
· bendeniz nakata okuma bilmiyorum ya kütüphaneye de ilk kez geliyorum dedi nakata. ben de övünecek değilim ama okuma bildiğim halde kütüphaneye ilk kez geliyorum dedi hoşino da. ne kadar keyifli bir yer olduğunu insan ancak gelince anlıyor. iyi bari. nakano semti nde de kütüphane var. bundan sonra sık sık gitmek niyetindeyim. en iyi tarafı girişin ücretsiz olması. okuma yazma bilmeyenlerin de kütüphaneye girebildiklerini bendeniz nakata bugün öğrendim.
· benim bir kuzenimin gözleri doğuştan görmüyor ama sık sık sinemaya gider. ne zevk alır bilemiyorum gerçi. öyle mi? bendeniz nakata gözlerim görüyor ama sinemaya da hiç gitmedim. yapma yahu! bir de sinemaya gideriz o zaman birlikte.
· saeki hanım hafifçe gülümsedi. gülümsemesi bir süre dudaklarında kaldı. o haline baktıkça yaz günü bir çiy damlasının küçük bir tomurcuğun üzerinde kuruyarak bıraktığı izi canlandırıyordum hayalimde. sen aşıksın dedi. evet. yani o kızın yüzü ve tüm varlığı onu gördüğün her an senin için çok özel ve değerli öyleyse. evet. ne zaman kaybedeceğimi bilemiyorum gerçi.
· belki de dedi oşima yüzünü buruşturarak. bak kafka tamura belki de dünyadaki hiç kimse özgürlüğü arzulamıyordur. arzuladıklarını sanıyorlar sadece. her şey bir ütopya. eğer ellerine özgürlük gerçekten geçecek olsa çoğu insan ne yapacağını şaşırır. bunu aklında tut. insanlar aslında özgürlüklerinin kısıtlanmasından hoşlanırlar.
· benim aradığım güç yenmek ya da en azından yenilmemek için lazım olacak bir güç değil. dışarıdan gelecek etkileri kesmeye yarayacak bir güç de değil. istediğim dışarıdan gelen gücü karşılayıp ona dayanmayı sağlayacak bir güç. haksızlık şanssızlık üzüntüler yanlış anlamalar anlayışsızlıklar... böyle şeylere sessizce direnmemi sağlayacak bir güç.
· dün akşam çok iyi anladım. anlamı olmayan şeylerde anlam aramaya kalkmanın zamanımı boşa harcamak olacağını. bilgece bir sonuç. haddinden uzun düşünmek hiç düşünmemiş olmaktan farksızdır derler. güzel lafmış. kapsamlı bir laftır. şu köşe yaz köşesi şu köşe kış köşesi ortada su şişesi de derler. bu da ne şimdi? hızlı söylemek gerekiyor. benim icadım. peki şu an o lafı söylemeni gerektiren bir durum mu var? yok. öylesine içimden geldi yalnızca.
· gezi yirmi dakika kadar sonra tamamlandı. iki adam saeki hanım a teşekkür ettiler. saeki hanım gezi boyunca gülümsemesini bir an bile yüzünden eksiltmemişti. fakat ona baktıkça birçok şey hoşino ya tuhaf gelmeye başlamıştı. kadın neşeli bir yüzle onlara bakıyordu ama onları görmüyor gibiydi. yani onlara baktığı halde başka bir şeyi görüyordu. kadın açıklamalarını yaparken aklında başka bir şeyler var gibiydi. tek laf edilemeyecek ölçüde görgülü nazik davranıyordu. soru sorunca yine aynı nezaketiyle kolayca anlaşılacak şekilde yanıtlıyordu. ancak sanki benliği orada değil gibiydi. elbette gönülsüzmüş gibi bir hali yoktu. kadın gerçekten işini layıkıyla yapmaktan zevk alıyordu. ancak yüreği başka bir yerlerdeydi. i