27 Ağustos 2014 Çarşamba

hasretinden prangalar eskittim / ahmet arif













seni, anlatabilmek seni
iyi çocuklara, kahramanlara
seni anlatabilmek seni,
namussuza, halden bilmeze,
kahpe yalana.
seni bağırabilsem seni,
dipsiz kuyulara,
akan yıldıza,
bir kibrit çöpüne varana,
okyanusun en ıssız dalgasına
düşmüş bir kibrit çöpüne.
seni anlatabilsem seni
yokluğun, cehennemin öbür adıdır
üşüyorum, kapama gözlerini.

ard arda bilmem kaç zemheri geçti
kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu
dışarda gürül gürül akan bir dünya
bir ben uyumadım,
kaç bahar leylim,

hasretinden prangalar eskittim
karanlık gecelerde kendimden geçtim
saçlarına kan gülleri takayım,
bir o yandan bir bu yandan
elma yanaktan

açar kan kırmızı yedi verenler
kar yağıyor bir yandan
savrulur karaca dağı, savrulur zozan
bak bıyığım buz tuttu
üşüyorum ben.

zemheri de uzadıkça uzadı
seni baharmışsın gibi düşünüyorum 
seni diyarbekir gibi düşünüyorum.

7 Ağustos 2014 Perşembe

ütopya / thomas more




















adanızı bu toplum vebalarından, bu suç ve yoksulluk tohumlarından kurtarın. öyle yasalar çıkarın ki köyleri, çiftlikleri yıkan beyler ya hepsini yeniden yapmak ya da toprağı yeniden çiftlik kuracak insanlara bırakmak zorunda kalsınlar. zenginlerin cimri bencilliğini frenleyin. sömürme, tekel kurma hakkını alın ellerinden. aylak insan bırakmayın memleketinizde. tarımı büyük ölçüde geliştirin. yün işlikleri ve daha başka üretim kolları yaratın. yoksulluk yüzünden bugüne kadar hırsızlık, serserilik ya da uşaklık eden, aşağı yukarı aynı kaderi paylaşan bir sürü insan oralara gidip yararlı bir çalışma yoluna girsin. bütün bu anlattığım dertlere çare bulmazsanız, adaletinizle övünmeyin. insafsızca, budalaca yalan söylemiş olursunuz.
milyonlarca çocuğu bozucu, körletici bir eğitimin pençesinde bırakıyorsunuz. erdem çiçekleri açabilecek bu körpe fidanlar gözlerinizin önünde kurtlanıyor; büyüyüp suç işledikleri zaman, yani içlerine çocukluktan giren kötülük tohumları acı meyvelerini verdiği zaman ölüm cezasına çarptırıyorsunuz onları.  sizin yaptığınız nedir, biliyor musunuz? asma zevkini tadabilmek için hırsızlık yaratmak.

48
çok kez zenginin mutluluğuna ermek dah çok yoksulun hakkıdır. cimri, ahlaksız, yararsız nice zenginler yok mu? buna karşılık dürüst, kendi halinde zanaatı ve durmadan çalışmasıyla devlete yarar görmeden yararlı olan sayısız yoksullar var. işte bütün bunlar beni kesin olarak şu inanca götürdü ki, mülk sahipliğini ortadan kaldırmak memleketin zenginliğini eşitçe, doğrulukla dağıtabilmenin ve insanlığı mutluluğa kavuşturmanın biricik yoludur. mülkiyet hakkı toplumsal yapının temeli oldukça en kalabalık ve ne işe yarar sınıf yoksulluk, açlık, umutsuzluk içinde yaşayacaktır.

81
utopia'lılar aklı başında insanların, yıldızlar ve güneş dururken, bir incinin ya da bir elmasın cılız pırıltısına düşkünlüklerine şaşarlar. bir koyunun sırtında taşıdığı yünün en incesinden yapılmış giysiler giyiyor diye bir insanın daha soylu, daha değerli olacağını sanması deliliktir onlar için. kendiliğinden hiç de yararlı olmayan altına neden bu kadar değer verildiğini, insanın dilediği gibi kullandığı bir nesnenin nasıl insandan daha üstün sayılabileceğini anlamıyorlardı. bir de şuna şaşıyorlardı: nasıl oluyor da, bir eşek kadar bile kafası işlemeyen vicdansız, ahlaksız, budala zenginin biri, sadece birkaç torba altını var diye, akıllı dürüst bir sürü insanı buyruğu altında köle gibi kullanabiliyordu. talih değişebilirdi ve yasa ince birtakım oyunlarla bu adamın elinden altınlarını alıp uşaklarının en aşağılığına verebilirdi. demek o zaman bu zengin hiç sıkılmadan eski uşağının ve eski parasının hizmetinde çalışacaktı. utopia'lıların hiç anlamadıkları ve tiksindikleri bir başka delilik de şuydu: insanlar, hiç alışverişleri olmayan bir zengine, salt zengindir diye bir tanrıymış gibi saygı gösteriyorlardı. oysa bu bencil para babalarının, ne türlü cimri olduklarını ve onların bütün hazinelerinden metelik koparamayacaklarını çok iyi biliyorlardı. utopia'lıların böyle düşünmeleri hem edindikleri bilgilerden, okudukları kitaplardan, hem de bizim çılgınlıklarımıza yer vermeyen bir devlet düzeni içinde gördükleri eğitimden geliyordu. gerçi, çok küçük bir azınlık el kol işlerinden kurtulup sadece düşüncesini geliştirme yoluna girebiliyordu. bunlar, daha önce söylediğim gibi, çocukken, mutlu bir yaradılış, keskin bir zekâ ve bilime yatkınlık gösterenlerdi. bununla beraber, bütün çocuklara bir kafa eğitimi ve bilim sevgisi verilmiyor değildi. kadın erkek bütün yurttaşlar, bütün ömürlerince, boş vakitlerinde düşüncelerini geliştirmeye çalışırlar. utopia'lılar bilimleri kendi konuştukları dilde edinirler. bu dil zengin, uyumlu ve düşünceyi tam anlatmaya elverişlidir. aynı dil az çok değişmelerle dünyanın geniş bir bölgesinde konuşulur ama, utopia'lılarınki enincelmiş biçimidir.